ŞİMŞİRİM
Hani bir varmış dedikleri.
Çalıya çırpı verdikleri.
Hani bir yokmuş dedikleri.
İpleri bir çırpıda çekiverdikleri.
Ayazda yandırıp, güneşte dondurdukları.
Su içinde susuz kıldıkları.
Ekili toprak üstünde aç bıraktıkları.
Hani bir varmış bir yokmuş dedikleri.
Eğriyi doğru doğruyu eğri söyledikleri.
İki gözüm önüme aksın ki gerçektir yaptıkları.
Öyle ettim böyle ettim, yemedim içemedim.
Elimi dilimi tutamadım.
Masalıma vurdurdum kendimi.
Gecenin zifiri karanlığında herkes uykudaymış onun dışında. Onunsa gecesi gündüzü birmiş, uyku nedir bilmezmiş; ne kızgın güneşin, ne donduran ayazın önemi varmış. Gündüzü hareket doluymuş, geceleri herkesin nefesini dinlermiş. Bir toz damlasını bile görürmüş, işitirmiş en kısık fısıltıyı. Salıvermiş kendisini, gevşemiş. Tüm gün gerilmek, anında hareketleri yakalamak... En becerikli olmak hiç de kolay değilmiş. Alkışlar onu avuturmuş. İnsanların yüzündeki hayret, hayranlık, neşe, kimi zaman öfke onu hep coştururmuş. “Yapamadığı hareket yoktur denilen kukla olmak” ne kadar güzelmiş. Eski günlerde böyleymiş. Masalımız böylece başlamış.
“Sedirdi, çınardı ulu ağaçların gölgesinde yaşamış, nehirlerdeki suya doymamış. Sabır taşı çatlayıp dağılmış, o sağ kalmış. Sararmış da günden güne, kıymette altınla yarışa kalmış. Şimşir ağacının kuklasıymış, bir küçük çocuğun kucağında masal dinlemiş uyuyakalmış.
Memleketin birinde bir kukla ustası yaşarmış. Kukla ustası işinin ehli imiş. En son yaptığı kukla dillere destanmış. Seyirciler adeta kendi başına hareket eden bir kuklayı seyredelermiş sahnede. Ağacı şimşirdenmiş, sarı sapsarı parlarmış teni sahnede, neredeyse görünmez ipek iplerle bağlıymış tepeden tırnağa. Ağacından ötürü “Şimşir Kukla” demişler ona. Kalemle yazı da yazabilirmiş, fırçasıyla resim de yapabilirmiş. Düz takla, ters takla, koşma zıplama, samba flamenko, tango, horonu halayı onun için kukla oyuncağı imiş. Kukla ustası iplerinin çokluğundan Şimşir Kukla’ya ayrı kutu, ayrı askı yapmış, onun yeri ayrı imiş. Asla tozlu bırakmaz, tik yağı ile sık sık besler, sarıdan sarı parlatırmış. Şimşir Kukla diğer kuklaları ancak sahnede görürmüş. Onlarla sohbet etmek istermiş ama gösteri sonrası yerleri yurtları ayrıymış. Ayrıca onlar sahnede bir oyun sergilemekte imişler. Onun gösterisi ise tek kişilikmiş. Tek başına sahneye çıkar, tek başına kendisine ait askıya asılırmış. “Yapamayacağı hareket olmayan kukla” bulunduğu askıdan tüm kuklaları, sahneyi, kukla ustasının yaptıklarını anbean görebilmekteymiş.
Yaptıkları ağacından geri kalır mı, senden benden aşağı kalır mı! Olmazı oldurur mu oldururmuş, üstüne kuş kondurur mu kondururmuş. Çok mutlu bir kukla imiş o gün gelene kadar. O güne kadar hiç şikayeti de yokmuş. Hareketleri harfiyen yapar, değişik yerler görür, gönlünü gezdirir eğlenirmiş. Yine bir gösteri sonrası bir küçük oğlan çocuğu öyle sevecen bakmış ki kendisine iç çekerek, “Ne kadar güzel, ne kadar da becerikli! Kukla olması ne acı!” demiş. Şaşırmış önce, anlamamış da ayrıca. Olan olmuş o günden sonra. Her gece asıldığı askıda gecenin zifiri karanlığında çocuğun sözleri hep aklında, “Ne kadar güzel, ne kadar da becerikli! Kukla olması ne acı!” diye söylenmiş kendi kendisine, “Ne acı ki ne acı! İçimi kemirir bir kurt, acı ne ki? Artık ne ağacım ne de kukla. Ama kuklayım eninde sonunda. Şimşir ağacından oyulmuş sapsarı bir kuklayım,” demiş.
İlk defa o günün gecesi uykuya dalmış. Başka bir dünyada imiş uykusunda. Koşuyormuş dağ bayır. Düşmüş tepelerde, taşa gelmiş dizi, acımış; bir kelebek görmüş rengarenk kanatları oya gibi işlemeli, hayran olmuş heyecanlanmış, kalp atışlarının sesini ilk kez o zaman güm güm duymuş. Bir orman yangınının kenarından geçmiş; ağaçtanmış, yanmaktan kül olmaktan korkmuş. Yangından kaçan hayvanları görmüş dehşete kapılmış, üzülmüş. Yangını kova kova suyla söndürmeye çalışanlar varmış, seyretmiş, çaresiz kalmış. Dağları aşınca bir ovada nehir kıyısında el ele tutuşmuş oynayan çocuklar görmüş sevinmiş. Kuklalar görmüş iplerini savurta savurta dans ediyorlarmış ama yine kukla gibiymiş hareketleri, hepsi birbirlerini gösterip kahkahalarla gülüyorlarmış. Çok komikmiş manzara, o da boğulayazmış kahkahada. Sabah olup uyanınca inanamamış gece olanlara.
Hükümdarın oğlu duymuş Şimşir Kukla’nın ününü, davet etmiş kukla ustasını sarayına, göstersin hünerini. Kukla ustası sevinçli, kıvançlı, hayatının en önemli gösterisi. Bu fırsat hiç kaçar mı! Bir kez kabul gördü mü hükümdarın oğlundan, bir eli yağda bir eli balda, geçim derdi yoktur artık hayatta asla. Güle oynaya eklemiş yeni hareketlerini Şimşir Kukla’ya, provalarını yapmış eksiksiz. Heyecanla beklemeye başlamış gösteri gününü. Şimşir Kukla geceler boyu “kukla” olmayı düşünmüş. Çocuğun yüzü gözünün önünden hiç gitmemiş. Kollarına bacaklarına, kalbini gösteren elini tutan iplere o günden sonra dikkat eder olmuş. Başını seyircilerden öte yukarıya çevirdiğinde iki kocaman elin parmaklarının kıpır kıpır hareket ettiğini görmüş. İpleri hala zar zor seçebiliyormuş. Attığı geri taklalarda, gösterisine eklenen yeni hareketlerde canı yanıyormuş. Ama kukla olarak sahnede ise ancak görebilirmiş çocukları. Bir gün nasıl olduysa kukla ustası istediği hareketleri yaptıramamış Şimşir Kukla’ya, çok öfkelenmiş gösteriden sonra “Ne oldu bana, bir kuklayı oynatamadım! İpleri mi karıştı acaba? İpleri çok, kaçıyor hareketler aralarda. Bu yaştan sonra yapamam bu kadar çok ipli kukla. Saraya kabul gördüm mü, değmez uğraşmaya daha fazla, gerek de yok bu kuklayı oynatmaya. Kaldırırım Şimşir Kukla’yı da atarım dolaba!” diye konuşmuş öfkeyle kendi kendisine. Şimşir Kukla, kukla ustasının sözlerini duymuş, duymuş da inanamamış duyduklarına, şimşek gibi bir acı çöreklenmiş sol göğsüne. “Kuklayım eninde sonunda, bu da neyin nesi? Rüya görüyorum galiba! Yoksa bir kukla ağlar mı, bir kuklanın gözyaşı hiç içine akar mı, akan gözyaşı kuklanın olmayan kalbini yaşa boğar mı? Kukla ustası oynatırken başını çevirdiğinde gövdesine, kendine bakıp hissettiği değişiklikleri görmeye çalışmış. Yok yok, görünüşü aynı imiş. İlk yapıldığı gün gibi. İnanılası değilmiş ama, bu rüya da değilmiş. Sol göğsünün altında bir acı hissediyormuş, gözyaşlarının gövdesinden içeriye süzüldüğünü de, ipek iplerin bağlandığı yerlerin sızım sızım sızladığını da hissediyormuş. “Üzülmek böyle bir şey olsa gerek,” demiş Şimşir Kukla. Kaldırılırsa bir kez kutusuyla dolaba, çocukların yüzünü göremezmiş bir daha! O andan sonra unutulacağını bilirmiş en kısa zamanda. Dolaba kaldırılan kuklalar ne gün yüzü, ne de çocuk yüzü görürlermiş. Ne çok kuklalar gördüğünü hatırlamış, bir kez, yılda sadece bir kez, oda açılıp tozları alınırsa çıkarlarmış gün ışığına. “Yok yok,” demiş kendi kendisine, “Bu kukla olmaktan da beter. Kabul edemem bunu. Yılda bir kez açacaklar kutumu, tozumu alacaklar; ‘Bir zamanlar efsane bir kukla idi onun için yapamayacağı hareket yok denirdi. Her hareketi yapan kukla idi’ diyerek bir ah çekecekler ve kutumun kapağını kapatacaklar. Yok yok,” demiş Şimşir Kukla, “Bu kukla olmaktan da beter. Kabul edemem bunu, insan olup ölsem daha iyi! Öldüğümü bilir toza toprağa karışırım; bir çiçek dibinde, bir ağaç kökünde karıncaların ayak seslerini, kuşların cıvıltısını duyarım hiç olmazsa. Oysa kukla olup kutunun içinde dolaba kaldırıldığımda çocuklardan uzakta, hep var olacağım yanmadığım yakılmadığım sürece,” demiş.
Hükümdarın oğlu kukla ustasının saraya kabul töreninde almış sözü; dinleyelim bakalım ne demiş: “Tek bir şartım var kukla ustası, isterim her gece bir Şimşir Kukla oyunu.” Bunu duyar duymaz yerine gelmiş Şimşir Kukla’nın keyfi, yeri de güvendeymiş artık. Kukla ustası hiç itirazda bulunmamış. Sonunda saraya kabul olunmuş. Hükümdarın oğluna saygıda kusur etmemiş. Kukla ustası Şimşir Kukla’nın her oyununda öfkeleniyormuş gösteri sonunda. “Bacak ipini çekiyorum diz çöktürmek için, diz çökerken başını çevirip geri dil çıkarıyor. Başını eğdirip selam verdirdiğimde el sallıyor seyircilere, ayağı ile de bana tekme. Ne iştir anlamadım!” Beklenmedik hareketleri eğlendirirmiş hükümdarın oğlunu, hükümdarın oğlunun oğlunu. Merak edermiş böylece bir sonraki günün oyununu. Yaşlanmış kukla ustası ama varmış çırağı. Çırağı çok ama pek çok severmiş Şimşir Kukla. Nasıl sevmesin ki? Ona sevgiyle bakıp, “ama ne yazık ki kukla” diyen çocuğun ta kendisi imiş. Kukla ustası hükümdarın oğlundan sonra yanında yetişen çırağına emanet etmiş Şimşir Kukla’yı, “Bu kadar çok ipi idare edemiyorum artık. Sen gençsin, Şimşir Kukla desen adı üstünde hiç yaş almaz. Birlikte yol alırsınız,” demiş. Vakti gelince göçmüş gitmiş kukla ustası. Çırak olmuş kukla ustası. Şimşir Kukla’nın gösterileri hükümdarın oğlunun ömrünce sürmüş. Genç kukla ustası da farkında imiş, ne yaparsa yapsın Şimşir Kukla’nın yapacağı hareketi birebir tahmin edemiyeceğinin. Ama sürpriz hareketler ikisini de güldürüp eğlendiriyormuş. Şimşir Kukla’nın sevincine, üzüntüsüne, acısına, öfkesine, içine akan gözyaşına göre ipek iplerinin uzunluğu da değişirmiş bükümü de. Bunu ne Şimşir Kukla’nın kendisi. ne de kukla ustası bilirmiş.
Hükümdarın oğlundan sonra sarayda barınamamışlar. Ustanın çırağı ile Şimşir Kukla o gösteri senin bu gösteri benim her gün sokakta gezer olmuşlar, gezer iken bir tulum ustasıyla da arkadaş olmuşlar. Tulum ustası demiş ki onlara, “Tulumumun kavalı, şimşirdendir ağacı. Haydi gidip kovalım gamı, kasveti, yalanı, dolanı. Ayın şavkında yıkanalım, gün ışığında parlayalım. Çocuklarla çocukluğumuzu hep yaşayalım,” demiş. O gün bugündür sokaklarda gezer bir kukla ustası, bir tulum ustası, olmazın olmazı “Şimşir Kuklası”. O günden sonra ayrılmamışlar birbirlerinden asla bir kukla ustası, bir tulum ustası olmazın olmazı “Şimşir Kuklası”. Gezmişler dünyayı, görmüşler, göstermişler her oyunda kendilerini.
Şimşirdendir kavalı bir tulum sesi, yayılırmış sokağın başından, haber verirmiş bilesiniz! Sokağın başındadır bir kukla ustası, bir tulum ustası, olmazın olmazı Şimşir Kukla’sı. Şarkıları dillerde söylerlermiş gönüllerince .
Esinti sokakta, gün ışığı ayın şavkı sokakta,
Çocuklar gökkuşağının renkleri gibi renklidir sokakta,
Şimşirim ağacımın kuklası, şimşirim tulumumun kavalı,
Esen yelde kuşun kanadında
Selam gönderirim şimşir ormanına.
Mintanım söküldü kaldı
Acılar döküldü kaldı
Derelerde kanayanlar sevinçten ağlaya kaldı
Çoluk çocuk, gece gündüz dereleri gözler oldu.
Gökten üç elma düşmüş şimşir ormanına, ilki şimşir kaşıkla çorba içen oğlana, ikincisi şimşir tarak ile saçını tarayan kıza, üçüncüsü şimşir kuklayı uçurumdan nehre atıp ha parçalandı parçalanacak, ha çürüdü ha çürüyecek diye yüzyıllardır sabırla bekleyen devlere.
Yorumlar
Yorum Gönder