KÜÇÜK KIZ VE YASEMİNÇİÇEĞİ



Elle tutulmaz
Gözle görülmez
Okusan bilinmez
Yazsan kalem i
şlemez
Bir kokudur içinde
Hiç gitmez
Burnunda tüter tüter
Hiç dinmez
Yasemin bu; kokusu da, masalı da Yaz yaz bitmez


Bir varmış bir yokmuş. Bildikleri bilmedikleri, peynir ekmekmiş yedikleri. Dert tasa keder sokakta ne gezermiş, evlerin derdi tasası herkese yetermiş. Sokaklar oyun istermiş. Geçmiş geçmiş zamanda, sokakta bir küçük kız yaşarmış. Yeri yurdu sokakmış, oynar dururmuş gün boyu.
Her gece vakti sokağa bakan, kapısı açık olan evlerden birinde gecelermiş. Hiçbir günü geçmezmiş ki sokaklarda gezerken geceleri açık bir kapı bulmasın. Günlerden bir gün yine, oyun bitmiş, “Evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine” diyerek dağılmış çocuklar. Küçük kız kalmış bir başına. Yoklamış kapıları sokak boyunca. Bir açık kapı bulmuş sonunda, süzülmüş içeriye. Ak saçlı, kocaman göbeği olan yaşlı bir kadın varmış evde. Gülerek karşılamış küçük kızı. Tam bu sırada bir böcek girmiş küçük kızın kazağının içine, anlamamış ne olduğunu, söylemiş dili sadece “Şurası, şurası,” diye. Yaşlı kadın bakmış kızın yanına yönüne, sonunda bulmuş böceği, çıkarmış kazaktan. Küçük kız hala söylenmekteymiş Şurası, şurası.” Yaşlı kadın gülmüş. Hatırlayıp durdukça o günden sonra,“Şurası, şurası,” diye şakalaşş küçük kız ile. “Şurası, şurası. Açtır senin karnın, gel onu doyuralım,” demiş. Güzel güzel yemeğini yemiş küçük kız, sonra da uykusu gelmiş. Kıvrılmış yatmış kocaman yumuşak göbeğine yaşlı kadının. Sabaha kadar mışıl mışıl uyumuş. Sabah daha gün ışırken bir kokuyla uyanmış. Yavaşça süzülmüş yaşlı kadının göbeğinden, kokunun izini sürmüş. Evin giriş kapısının karşısında bir arka bahçe varmış, arka bahçede de bir kuyu. Koku kuyudan geliyormuş. Yavaşça çekmiş kuyunun kovasını, bembeyaz bir çiçek çıkmış, buram buram kokuymuş baştan aşağıya. Küçük kız bu kokuya bayılmış. Öyle hafif, öyle yoğun, öyle ferahlatıcı imiş ki her yerine sinmiş o koku. İçine çekmiş doyunca. Unutmamış kokuyu asla. Gün ışır ışımaz sokakta almış soluğu, koyulmuş oyunlarına.

Gel zaman git zaman büyümüş küçük kız, unutmamış o çiçeğin kokusunu, öğrenmiş aynı zamanda çarkıfelek gibi beş ince bembeyaz yaprağı olan ak mı ak çiçeğin adını.
Yasemin diyorlarmış ona. Adını da kazımış kokusuyla birlikte hafızasına. Ne zaman üzülse, canı yansa, hatırlarmış yasemin kokusunu. Böylece yok sayarmış acısını, unuturmuş üzüntüsünü. Hatırlarmış ak saçlı kocaman göbeği olan yaşlı kadını.
Günü gelmiş sevdalanmış kız yaşınca. Yasemin kokusu bir başka kaplamış ortalığı; baş döndürücü kendinden geçirici... İstemez olmuş sevdiği yasemin kokusunu. Sevdiği teker teker denemiş başka kokuları yasemin kokusunu bastırmak için; gülü nergisi, hanımelini. Ne yapsa ne etse yok edememiş yaseminin kokusunu. Delikanlı, “Yasemin kokusunu sokaktan getirdin, artık bir evin var, bu kokuya gerek yok,” demiş kıza. Kız çok korkuyormuş kaybetmekten sevdiğini, yaseminsiz de düşünemiyormuş hiç kendisini. Kokuyu bastırmanın tek yolu kötünün kötüsü çürük kokusuymuş aslında. Gün gelmiş delikanlı da keşfetmiş bunu. Almış kızı yanına gezilere çıkmış, dağ bayır aşş, kentten kente konmuş göçmüş. Kız yorgunluktan kendini bilmez uyurken delikanlı çürük kokularını sürermiş kızın üstüne. Kız,“Burnuma kötü kokular geliyor, sen de duyuyor musun?” dediğinde delikanlı, “Ah canım ciğerim, misler gibi kokuyor her yerin. Sana hangi kötü koku bulaşabilir ki! Bizim olduğumuz yerlere sümbül, gül, lale, bahçesi derler. Bahçenin en güzeli elbette ki yaseminin ta kendisi" diyormuş. Kız da, “Yanılmışım yine, yoksa mümkün mü sevdiğimin yanımdan ayrılmaması, bende olsa çürük kokusu,” demiş. Kız farkında değilmiş yasemin kokusunun nerdeyse kalmadığının. Uğraşıp dururmuş, gün günden çok çalışır çabalar olmuş, delikanlıdan, evinden uzak kalmamak uğruna. İşin en korkuncu kime sorsa soruştursa anmazmış adını çürüğün, inkar ederlermiş. Kız kokuyu duyduğundan emin de olsa, bu kadar inkara, inanamazmış kokuyu duyduğuna.” En son yaseminle mis zambağının kokusunu kaynaştırmış. Ama onu bile kabul etmemiş sevdiği. Gün gelmiş günü gelmiş, vakit ermiş kızda derman kesilmiş, yasemin kokusundan da eser kalmamış. Delikanlı yasemin kokusu yok olur olmaz söylenmeye başlamış, “Ne kadar kötü kokuyorsun, sen hiç yıkanmıyor musun? Bu kokuyla seni yanımda gezdiremem,” diyerek kızı evde tek başına bırakmaya başlamış. Kız o kadar uğraşmasına rağmen baş edememiş kötü kokuyla. Kız uğraşa dursun, kalakalmış bir başına.
Bir gün uyku tutmamış gözünü. Sabah gün ışırken uykuya dalmış. Rüyasında çocukluk arkadaşını görmüş, elinde bir çiçek saksısı varmış. Kıza uzatmış saksıyı,“Bana hediye ettiğin yasemin çiçeğini çoğalttım yıllarca. Getirdiğim sana kırk tanesinden birisi, hatırlatsın sana kendisini. Üstündeki giysileri çıkar at, odun ateşinde yak. Çürük kokusu onlardan gelir, yıkansan bir tas su ile, sana o bile yeter. Yeter ki sakla giysilerini koynunda, sakın giysilerini sevdiklerinden. Senin yolun böyledir. Mümkün değil artık yaseminsiz kalman, bizler varız. Giysilerin koynunda olduğu sürece korku da kaygı da yaşamayacak sende,” demiş. Kız sevinçle uyanmış, yakmış giysilerini odun ateşinde, bir tas su dökünmüş başından aşağı. Bir kök yasemin çiçeği dikmişkapısının önüne. Göz kulak olmuş giysilerine. Uyur gibi yapmış geceleri, gözlemiş hep ne olup bittiğini. Giymemiş koynunda saklamadığı giysileri. Sadece giysilerine sahip çıkmış, sakınmış onları herkesten, yasemin kokusu değişmesin, yok olmasın diye. Anlamış ki kız sürmesi mümkün değilmiş sevdalarının yaşı boyunca, sevdiklerinde yasemin kokusu olmayınca. Giysileri koynunda gezer olmuş, yasemin çiçeğinin erkeğini arayıp durmuş. Herkes ona karşı durmuş,“Yoktur yasemin kokulu eş, gel sen bu işten hemen vazgeç,” demişler, demişler de dinletememişler.. Yaşınca yaşamış kadın yasemin kokusunun peşi sıra. Gün gelmiş gün geçmiş, yıl gelmiş yıl geçmiş. Kırk kere ölmüş kırk bir kere gene dirilmiş. Hatırladığı yasemin kokusu ile çocukluk arkadaşı imiş. Bir de uykulara daldığı evin kocaman göbekli yaşlı kadınıymış. Gelmiş doksanlarına “Ancak büyüdüm,” demiş. Sokakta gezerken bir koku gelmiş burnuna, “Yaşlanıyorum galiba, bu yasemin kokusu bir başka,” demiş, merakı yerindeymiş; ayaklarına kan yürümüş, can gelmiş. Kokunun izini sürmüş heyecanla. Mavi badanalı, bahçesinde masmavi yaseminler olan bir evin kapısının önünde bulmuş kendisini. Gün güneş neredeyse battı batacakmış. Kapıyı çalmakta bir an bile tereddüt etmemiş. Elindeki küçük saksıda beyaz bir yasemin çiçeği tutmaktaymış. Bahçesinde mavili yasemin çiçeği, evin kapısını açan adam sevinçle davet etmiş kadını. Seksenlerinde olsa da kadın kadar gençmiş aslında.“Her zamanki gibi tam zamanında geldiniz. Çayımızı demlemiştim,” demiş. O günden sonra kadın ve erkek bahçesinde beyaz mavi yasemin çiçeklerinin birbirine sarıldığı tek göz odalı evde; ömürlerine ömür katarak, birbirlerinin gözünün içine bakarak yaşamışlar doyunca.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevitine. O günden bugüne beyaz ve mavi çiçekli yaseminler arar dururlarmışhep birbirlerini, tamamlamak için mutluluklarını. Ne zaman ki bir bahçede mavi beyaz yasemin çiçeği var, bilesiniz ki sevdalılar kavuşmuş birbirlerine!

Gökten yasemin yağarmış kırk gün kırk gece, hepsi de sokakta oynayan küçük kızlara.

Yorumlar

ANLAR ANILAR NE SÖYLER?