GİYİLMİŞLER GÖKTEN İNMİŞ MELEKLER
Masal ama masal değil öykü desem hiç değil roman mı o kadar uzun boylu değil bir an bir an ki anısı kalan. Niyetim lafı uzatmaktır sabah kahvemin keyfini çıkartmaktır.
Fincanımın kulpu var tabağı yok
Akılsız başımın çaresi yok
Akıl peşinde koşacak hiç hâlim yok
Dünya alem gelse bir araya yürüse üstüme üstüme
Bazı huylarımın hiç değişesi yok
Follukta yumurta tavada yağda yumurta
Sevdiklerine sarılmayı sakın ha unutma
Nerede kalmıştım? Sabah kahvesinde ne yazacaktım bir anı benim dediklerim benim demediklerim toplanıvermesin mi başıma! Biraz onlardan söz edeceğim.
Masam fincanım diyebiliyorum sahiplenebiliyorum “cansız varlıkları” parasını ödemişim kullanıyorum. Kahveyi fincanımda içmek, masif meşe masamda yazmak, bakır tenceremde yemek pişirmek, döküm tenceremde güveç yapmak. İş canlılara gelince kedilerin adı var Muşu, Minnoş, Meloş aynı çatı altında yaşıyoruz, yılbaşı çiçekleri var kış bahçesinde, tavuklar ah tavuklar ama bahçede ama kümeste gün boyu eşelenip yumurtluyorlar çok yaygaracılar. Canlar canlar kendilerine sahipler can taşımayanlar elimin altındalar. Yazdım yazacağım derken öyküme hazırım. Dar zamanda yolumun üzerindeki sevdiklerimin hepsini görmek istemiştim. Konaklaya konaklaya bir gün orda iki gece şurda biraz canım burnumda hepsine yetişmek derdinde kondum göçtüm çaldığım kapılardan birisi daha açılmıştı evin balkonunda içtiğimiz akşam çayı kendisini yazdırdı. Yazdığım öykü mü masal mı masalımsı mı bilemedim bildiğim roman olmadığıydı.
Yağmur yağdı dam aktı
Yağmur yağdı dam aktı
Olacağı mı vardı oldu
Olmayacağımı vardı olmadı
Ne ondurdu ne güldürdü
Acıyı bol sevinci kıt eyledi
Yıllardan sonra çaldım kapılarını açtılar konuk ettiler. Bir gece bir gündüz birlikteydik. Çoluk çocuk kedi köpek bizimleydi. Çoluğa çocuğa karışmış dünyanın kaç bucak olduğunu köşe bucak kaça kovalaya yaşaya yaşaya öğrenmiştik. Neşeliydik yemek üstüne çay demlenecekti. Balkondaydık yaz gecesiydi gündüz oldukça sıcaktı balkonda sıcaktan bunaldığımı hatırlamıyorum hava sıcak mıydı değil miydi bilmiyorum önemi de yok hissetmedikten sonra. Balkonda teneke odun sobası üstüne çaydanlığı koydu bacası havada açıktaydı. Siyah bir çöp poşeti aldı içi rengarenkti. Renkleri uydurabilirim hatırlamasam da sarı bir bez parçasını tutuşturdu kibritle belki üstüne döktüğü yanıcı bir sıvı vardı. Sarı bez tutuştu, sarıyı mavisinden kırmızısına penyeler, kumaşlar izledi bacadan gittikçe kararan bir duman çıkıyordu. Gözlerim siyah çöp poşetinde hangi rengin ateşe atılacağına takılı kalmıştı. Sessizce izliyordum sohbetteydik bir yandan. Kırmızı bir penyeyi sobaya atarken:
—Sürekli veriyorlar giyilmiş hepsi sessizce alıyorum. Bir teneke soba imdadımıza yetişti dedi. Kırmızı penye hemen tutuşmuştu.
Kaçıncı bardaktaydık çayda bilmiyorum üçü çoktan geçmiş olmalıydık siyah çöp poşetinin dibi görünmüştü üstte pembe penye bir şort vardı. Bacadan simsiyah bir duman yükseliyordu. Birden yükselen dumanların dağılmadan önce tekrar bluz, kazak, elbise olduğunu ilk günki hallerine döndüğünü gördüm. Giysiler dumanlar içinde göğe yükselirken bulutların üzerinden indi melekler. Melekler dumanla yükselen giysileri üzerlerine geçirdi mavili, pembeli, yeşilli, sarılı, morlu kahkahalarla yükseldi yeni baştan giyinmiş melekler. Melekler de atmıştı üzerinden bembeyaz giysilerini renklerini bulmuştu her biri birer birer. Melekler melekler yeryüzünden giyinen melekler. Daha bir hayranlıkla baktım asil arkadaşlarıma “Melekleri bir tek sen giydirebilirdin” dedim. Ateş sönmeye durmuştu çaylarımız son yudumdaydı.
Yorumlar
Yorum Gönder