ÜZÜM




Tek başına kaldığı günden ötürüdür 

Gelen gideni götürür

Cesarette ölçüsüz, acıdan yoksun 

Bilmemekte 

Ne çok korktuğunun 

Yerinde duramadı 

Kaçıp kurtulamadı 

Yedi doyamadı 

Zalime vuramadı 

Vaktinde olamadı 

Kendinde kalamadı 

Geçti de duramadı 

Masalı saçamadı.

Dokuz köpek yavrusu, dokuzunun da başı şiş, hepsinin başında birer kan damlası. Evin annesi sabah yürüyüşünden dönmüş, bahçede evin köpeği Üzüm’e, yavrularına bakıyordu. Dokuz sağlıklı köpek yavrusuydu hepsi, irili ufaklı. Neşe içinde oynuyorlar, Üzüm’ün memelerini çekiştiriyorlardı. Anne başını okşarken Üzüm’ün, iki kadın hem günlerinde hem de geçmişlerinde göz göze geldiler. Konuşmaları karıştı birbirine; hangisi Üzüm, hangisi anne?
Üzüm ne kadar da zayıflamıştı, sokak köpeği gibi idi. Oysa annesi yumuşak huylu, güçlü bir ‘boxer’dı, mevsimi geldiği zaman hiçbir kuvvet onu yuvasında tutamazdı.Ama yeri kazar, ama tellere tırmanır, engel tanımaz kaçardı. Babası da ömrünü iki metrelik bir zincire bağlı geçiren, kazara zinciri her çözüldüğünde kaçan, ama hep yakalanan beyaz bir kurttu. Son kaçışından sonra bir daha asla zincirinden çözmedi sahipleri onu. Hastalanıp ayakları felç olduğunda bile yine zincirliydi kaçar diye. Öldüğünde zinciri ile birlikte gömüldü. Annesi ile babasının tanışmaları ikisinin de bir kaçış anına denk gelmişti. Babası yakalanıp zincire vu- rulduktan sonra; tel örgü ile ayrılmış karşılıklı iki bahçede birbirlerini hep görmüş, ama bir araya gelmemişlerdi bir daha. Bir bayram tatilinde annesinin çalındığını, yerlerde sürüklendiğini, karnı yara bere içinde iken bile kendisini kaçıranlara hiçbir şey yapmadığını anlattıklarında inanamamıştı. Oysa ne kedilere, ne de evin bahçesindeki yılana aman vermişti. Yumuşak huyu ise evin küçük kızının kucağında uyuya kalmalarındandı. Annesinin yaşayan ilk bebeklerinden evde tek kalandı o. Evin annesinin anlattığına göre, annesi onlardan önce iki kez doğum yapmıştı, hiçbir çocuğu yaşamamıştı. Bebeklerini beceriksizce oradan oraya taşırken çaresizlikle izlemişlerdi. Annesi teker teker kaybetmişti yavrularını. Götürdükleri veterinerler de çare bulamamıştı. En son annesinin annesinden çok
küçükken ayrılmasına bağladılar bebeklerinin ölümünü, hiç bilmiyordu bebeklerine nasıl bakacağını. Altı kardeştiler, anneleri hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Anneleri adı gibiydi, Şeker. Tüm kardeşler boğuşur, ortalığı katar karıştırır, toz toprak içinde oynarlardı. Hele evin çocukları büyük bahçeye saldıklarında saklanacakları, tırmanacakları nice yerler vardı. Çocuklar da katılırdı oyunlarına. Öylesine güzel geçerdi vakit. Yoldan gelip geçenler “Ne kadar sevimli yavrular,” diyerek tel örgünün arasından seviyorlardı onları. Bir elin dokunuşu ne güzeldi. Evin çocuklarının kucağında uyumak ne güzeldi. Yakında bir lise vardı. Okul çıkışı öğrencilerden bir öbek olurdu yavru köpekleri sevmeye gelen. Onları ıslık çalıp çağıran. Acıyordu canları kimi zaman uzatılan ağaç dallarından. Sarışın öğrenci gelinceye kadar yaşam olduğu gibiydi. Artık o ne zaman gelse, tatlı sözlerle çağırsa kardeşlerini, kucağına alıp okşasa, sonra kucağında kardeşleri ile yürüyüp gitse, bir daha ne haber alıyor ne de görebiliyorlardı birbirlerini. Çocukları birer birer giderken,Şeker gibi annesi ise uyuyordu. İşten, okuldan dönen evin annesi, babası, çocukları, çaresizlik içinde oradan oraya koşturup yavruları arıyor, bulmayı umuyorlardı. Sarışın öğrencinin okuluna bile gidildi. Ama geri gelen yoktu, kardeşlerin izine de rastlanmamıştı.

Sonunda bir kendisi bir de içlerinde en ufak tefek olan Kılkuyruk kalmıştı kala kala. En çok da Tosuncuk’u özlüyordu. Onun karnına yaslanıp uyumak ne kadar güzeldi. Sarışın öğrenci geldiğinde koşarak gitti beni de sevsin kucağına alsın, Tosuncuk’un yanına götürsün diye, bu sefer dileği olmuştu. Öğrencinin kucağında etrafa merakla bakı- yordu.Yolda giderken yaşlıca bir adam öğrenciyi durdurdu, “Delikanlı bu küçücük yavruyu nereden buldun? Annesi
nerede?” Sarışın öğrenci şaşkındı sorular karşısında, mı- rıldandıklarını anlayamadı.Yaşlı adam devam etti,“Onları nasıl ayırırsın annelerinden, onlar daha anne kuzusu, yer- leri annelerinin yanı, annelerinden uzakta yaşayamazlar. Haydi bırakalım onları yuvalarına.” İlk defa kötü hissetti kendisini Üzüm, oysa ne güzel okşanıyordu, hem kardeşlerini de görecekti. Yaşlı adam ve öğrenci tarafından yuvaya bırakılır bırakılmaz Kılkuyruk’u bulup annesinin yanına sokuldu, tüm gün ve geceyi annesinin dibinde geçirdi. O günden sonra annesi pek ilgilenmese de öğrencilerin çıkış saatlerinde Kılkuyruk’u da yanına alıp kulübede uyumaya başladı. Asla yaklaşmadı bir daha tel örgüye. Yoldan gelen geçenlerin de kendisini sevip okşamasına izin vermedi. Özellikle de evin annesi, babası, çocukları yoksa eğer. Demek o “anne kuzusu” idi, aslında annesinden uzakta nasıl yaşayacağını hiç de düşünmemişti. “Anne kuzusu” olmak ne güzeldi. Demek annesiz yaşayamazlardı, çok küçüktüler daha. Kardeşleri tüm aramalara karşın bulunamadı. Çocuğun onları gezdirip tekrar geri getireceğini sanmıştı. Hiç kimsenin, hele insanların zarar verebileceğini hiç düşünmemişti. Oysa kardeşleri teker teker uzaklaşırken, anneleri sanki ne olup bittiğinin farkında değildi. Ya da nihayet tek yaşayan yavrularının olması yetiyordu ona. Aklına hiç kötülük gelmiyordu. O günden sonra annesini gözünün önünden ayırmaz olmuştu. Bir gün tek başına Kılkuyruk’un peşinde oynarken evin küçük oğlu ile ablası kucakladılar onu, eve götürdüler. Üçü bir güzel oynadılar. Bir güzel koyun koyuna uykuya daldılar. Çocuklar anneleri gelmeden önce tekrar Üzüm’ü annesinin yanına bıraktılar.

Günlerden birinde Kılkuyruk’u zar zor uyutmuştu, kendisi de uyuyakalmıştı. Uyandığında Kılkuyruk yanında yoktu. Kulübelerinin bahçesinde aradı, her yere baktı, bulamadı. Annesine de sordu, cevap alamadı. Okul çıkışında kulübenin arkasına saklandı. Sarışın çocuk ve arkadaşı önce bakıp seslendiler. “Bir tane daha vardı. Gözlerinin çevresi sürmeli idi.” Diğeri cevap verdi,“Dün aldığımız sonuncusu idi, yanında başka köpek yavrusu da yoktu.” Sarışın, “Arayalım bir tane daha olması lazım, hem onu rahat satarız.”Satarız sözcüğü nedense hiç hoşuna gitmedi. Oyun oynamak, koşmak, anne kuzusu, ev, kardeş evet bunlar güzeldi. Birkaç gün daha sarışın öğrenci geldi aradı onu. Her seferinde saklandı Üzüm. Tek başına kalmıştı, evin çocukları tek tesellisi idi yalnızlığına. Annesi bir bayram tatilinde, evin sahipleri yokken hastalanıp ölmüştü. Annesi Şeker, birer birer alınıp götürülen, akıbetleri asla öğrenilmeyen kardeşleri, evin dünya tatlısı iki çocuğu, onlarla evin içinde oynayarak geçirdikleri güzel günler... Tüm bunlar daha dün gibi, dokuz tane yavrusunu emzirirken gözünün önünden akıp geçmişti. Şimdi dokuz yavrusu vardı, dokuzu da yanındaydı. Biraz zor olmuştu ama öğrenmişlerdi bahçede oynamanın kuralını, yol boyuna yaklaşmak yasaktı.
Biraz daha izledi evin annesi Üzüm’ü, yavrularını. Üzüm yola daha yakın bir yerde ortalarda uzanıyordu. Ne zaman bir yavru yola doğru yönelmeye başlasa o uysal, yumuşacık anne bir anda canavarlaşıyordu sanki. Asla yavruların yol kenarına geçmelerine izin vermiyordu. İnatla yol kenarına gidenler başlarında annelerinin dişlerinin yaptığı bir şişlik, bir kan damlası taşımak zorunda kalıyorlardı da, yine de yol kenarında kalamıyorlardı. Üzüm her okul dağılışında geçen tüm öğrencilere havlıyordu artık. Hiçbir öğrenciyi tel örgüye, yavrularına yaklaştırmıyordu. Öğrenciler olur da yavruları sevmek için yaklaşacak olsalar Üzüm’ün cüs-
sesinden hiç beklenmeyen korkunç havlaması, hırlaması ile irkiliyorlar, yollarına ancak tel duvardan uzaklaşarak devam edebiliyorlardı. Aileye karşı son derece sakin olan Üzüm’ün dişlerinden nasibini alan yabancı sayısı üçü geçince, evin annesi Üzüm’ü kendi bahçesinden çıkaramaz oldu.

Gün geldi, günü geldi ev değişti. Üzüm’ün yeni evde de yavruları oldu. Yeni evin de bahçesi vardı. Olmayan öğrenciler ve kaldırımdı.Yavrular bahçenin dört bir yanında koşturup oynuyorlardı; ne başlarında, bir şişlik ne de kan damlası. Anneleri Üzüm uzanmış uyumaktaydı çimende, evin annesi de hamakta. Kocaman bahçede koşturuyordu Üzüm’ün, annenin yavruları. Karışştı insan yavruları köpek yavrularına.

Gökten indi üç köpek yavrusu. Üç küçük köpek yavrusu, üç küçük can; avuçta, kucakta bayılıyor okşanmaya. En son kucağa alınan, bu kadar çok sevilirken, okşanırken, inanamıyor da nasıl dayanılmaz acılar içinde kıvrandığına; atıyor acısını bir yana, kalıyor yine de kucakta tek başına.

Yorumlar

ANLAR ANILAR NE SÖYLER?