BARON'UN ANISINA



Her gün aynı güne uyanmak
Her gün aynı günü ya
şamak
Kokuyu duyamayan
Acıyı hissedemeyen insanlar olarak 

Yüreğimiz karardı, görmez oldu gözlerimiz 
Aydan güneşten, candan canandan
Yoldan yolaktan, tozdan dumandan
Borandan kardan, ya
ğmurdan selden
Kurttan ku
ştan, pusudan sisten geçtik 

Kendimizden geçtik, adına ömür dediler
Bu dünyadan bir insan geçti, bir de masal geçti 

Bu masaldan ise gerçekten de bir “Baron” geçti
Evin dervişi idi kedisinden öte. Telaşını, heyecanını ya da tedirginliğini sadece ön ayaklarının huzursuz ileri geri minik hareketlerinde görebilirdiniz... Asla sesini yükselt-
mezdi ve asla kaba bir davranışı olmazdı. Beklerdi mutfak camının önünde, merdivene bakan buzlu camın önünde, damda beklerdi sakince... Hatta artık tarlalardan fare de bulabildiği için aç bile olsa fazla ısrarcı olmazdı cam önlerinde, kapı önlerinde. Eve geliş ve gidişlerinde sürünmeyi severdi sırayla herkese, özellikle de evin oğluna. Nerdeyse artık eve alacaklardı onu, öylesi günlerdeydi zaman...
Son haftasında, hep damda uzanmış gördüler onu-anne onu bile hatırlamıyordu- işe okula gidip gelirken, yine tertemiz, besili pamuk yığını gibi yatmaktaydı. Özgürlüğünü sevmesine, karnının tok, sırtının pek olmasına yordular bu halini.
Ta ki komşuları evden güç bela uzaklaşmaya çalışırken görünce, haberleri oldu hastalığından. Kediler öleceklerini anladıkları zaman uzaklaşırlarmış evlerinden, hatırladılar bunu, hemen hatırladılar; damda günlerce kıpırtısız yattığının farkında olmasalar da.
O yine “Baron”luğunu yaptı ve evin içinde verdi son nefesini. Hep özlediği kalorifer sıcaklığında sessiz uzanırken veda etti herkese... Herkesin yumuşak dokunuşlarıydı hatırladığı bu son yolculuğunda. Sonunda bileğinin, en çok da yüreğinin hakkıyla evin içine girmişti. Asla ne o evden, ne de ailesinden ayrılması mümkün değildi artık...
Onun tetiklediği duygular hallaç pamuğu gibi attı evi, dalga dalda yayıldı annede, babada, çocuklarda. Kırk gün, kırk gece, kırk kere, her gün kendi kendilerinde öldüler ve dirildiler bilmeden yasını tuttuklarını Baron’un... Kavgalarında, bağşlarında, öfkelerinde hatta sevinçlerinde bile öldüler, dirildiler yeniden, hep yeniden... Bir sabah, bir akşam.
Akşamlardan ya da sabahlardan birinde anne her gün yazar gibi, her gün her şeyi kontrol eder gibi çetele tuttu kendinde çoluk çocuğunu, evin köpeği Üzüm’ü, börtü böceğin yaşamını. En çok da kendisininkini; “Ölmek istemiyorum, ölmek istemiyorum fark edilmeden” diyen kendi sesini ilk kez bu kadar net duyabildi Baron’un ölümünde. Bir fısıltıydı kendi kendisine söylediği; “Ben, onda öldüm yaşarken daha” dedi. “Ölüme bu kadar yakın, yaşama bu kadar tutkun olduğumu bilmediğim günlerin karanlığında, ben onda gerçekten öldüm...” dedi.
Kırk günlük yas tamamlandı. Gökten üç elma düştü... Herkesin niyetine göre düştü..
“Hayal dedikleri benim yaşadığım gerçek...” Anneye düşen elmanın içindeki kağıtta böyle yazıyordu. Ya size düşen elmanın içindeki kağıtta!.. Yutmadan fark edip okuyabildiniz mi? Bunu yapabildiyseniz eğer, dileğiniz kırk gün kırk gecede ya da kırk ayda gerçek olacak demektir vazgeçmezseniz eğer, dilim varmıyor demeye ama, bu kırk yıl da olabilir bilesiniz!

Yorumlar

ANLAR ANILAR NE SÖYLER?