TAKSİM METROSUNDAKİ PRENSES BIR ÇİÇEK
Mevsim kış olsa
Ne yazar
Ne yazar
Bahar kapıda
Sonra yaz var
Her mevsimin çiçeği kokusu masalı var
Her mevsimin çiçeği kokusu masalı var
Masalımın olmazsa olmazı tekerlemesi var,
Suyu nereden içersin,
Rastladığım ilk kaynaktan,
Kimi seversin,
Gönül gözümün gördüğünü,
Neden korkarsın
Kaybetmekten kendimi
Yolunu nasıl bulursun
Gözüm kapalı
Ne eker ne biçersin
Elimdekini eker dilimdekini biçerim
Ne yersin ne gezersin
Yediğim pişirdiğimdir
Gezdiğim ayağımın götürdüğü yerdir
Çok soru sorarsın vardık masala hele sen bir dur derim.
Bir varmış bir yokmuş memleketin birinde içinden deniz geçen bir kent varmış. Bildiniz İstanbul. İstanbul’un masalı sayısız Taksim metrosundaki prensesin masalı dört mevsimlikmiş. Kışı sonbaharı yazmışım önümüz bahar ilkbahara da masalım var Taksim metrosundaki prensesin bende hatırı var. Hekate bir gövdede üç kadın kavşakların tanrıçası. Yaşlı bilgesi, annesi, genci üç kadın görürler gösterirler gerçeği gönenir kazananlar desteğini. Mümkün değildir Hekate’ye rastlamadan geçmek bir kavşaktan. Benden duymuş olun Hekate tam bir yıl Taksim meydanı’nda. Gönül gözünüzü açık tutun ki görsün sizi. Unutmam ne mümkün masalı yazma zamanını metro merdivenlerinden çıkarken Hekate hatırlattı. Bir telaş bir telaş bende kalbim küt küt atmaya başlamasın mı ”Ne yapacağım ne yazacağım” derken karşıma bir çiçek çıkmasın mı! Metrodan çıkmadan son kırk basamakta yazdım masalımı. Hekate ile gülümsedik birbirimize yürüdüm gittim İstiklal caddesi’ne.
Az gittim uz gittim çıkarken yürümeyen merdivenden ne göreyim merdiven basamağının ortasında sarıdan kırmızıya koskocaman bir çiçek. Ne mümkün görmemek. Kim idi nereden nasıl gelmişti ne bir bilen vardı ne de gören. Az öncesine kadar tek başına değildi besbelli. Yokluğu nasıl fark edilmedi? “Olan ile olmuşa yokmuş çare bakarız gelecek günlere” deyivermişim. Bir ses çalındı kulağıma “Sana söylemek kolay yürürken istedğin yere” dedi. “Eyvah eyvah sesler duyarım yoktur sahibi” dedim kendi kendime. Ses devam etti “Sesin sahibi benim merdivene düşmüş çiçek” dedi. Gözlerimi diktim ona ““Kal benimle bir kaç dakika bir ömür yaşa o anlarda” dedi gerçekten ses çiçeğindi. Çiçeğe bakakalmışım. Çiçek anlatmaya devam etti.
“Bana derler Sırça prenses Hekate sokar beni kılıktan kılığa gezdirir İstanbul’da Taksim meydanında metrosunda. Kış mevsimi bahara dayanmıştı. İçim kıpır kıpırdı cemre havaya düştü hava ısındı, cemre suya düştü su ısındı ama bende değişiklik olmadı yaşıyordum tek başıma evimde. Son umudum cemrenin toprağa düşmesiydi cemre toprağa düşer düşmez kendimi kocaman bir çiçek sepetinin içinde buldum. Üç gün üç gece vitrinindeydik çiçekçinin. Dikenler mi ararsın, zambaklar mı, yeşil uzun yapraklar mı, şebboylar güller mi çok mutluydum çok eğleniyorduk birlikte. Çalının “Solacaksınız eninde sonunda da bu neşeniz ne.” demesine bile aldırmıyorduk. Yaşadığımız an asırlara bedeldi, farklıydık farklı yerlerdendik aynı sepetteydik. Günden güne keyif içinde geçti günlerimiz acı tatlı anılarımızın izinde kah ağladık kah güldük, her birimizin dünyasından gördük yeni baştan dünyalarımızı. Üçüncü gün dükkan sahibi bir gencin kucağına verdi bizi “Teslim adresi kağıtta yazılı, ödemesi yapıldı.” dedi. Zambak “Satıldık arkadaşlar bakalım kısmet neresi?” dedi. Dayanamadım “Olsun birlikteyiz.” dedim daha sözümü yeni bitirmiştim ki sepetin merdiven korkuluğuna çarpması ile düşmem bir oldu. Seslendim ama genç ne duydu ne de düştüğümü fark etti. Son anda salladım taç yapraklarımı da üzüntüyle vedalaştım arkadaşlarımla. Birden bir rüzgar esti metronun merdivenlerinden “Eyvah” dedim dedim ama rüzgar hafifleyiverdi birden. İnanamadım gördüklerime de işittiklerime de. Rüzgar “Ne kadar çok taç yaprağın var alev gibi her biri güzel çiçek nasıl fark etmezler de düşürürler seni. İstanbul rüzgarıyım gezerim her yeri. Hele hele güzel çiçekleri iğne deliğinde bile olsa bulurum.” dedi. Çiçeğin taç yaprakları ahenkle salınıp sallanmaya başlamasın mı. Çiçek “Hoş geldin rüzgar arkadaş da bu da ne böyle” demiş yaprakları havalanınca korkmuş basamaklardan düşmekten. Rüzgar yetişmiş imdadına “Benimle dans eder misiniz?” demiş. Çiçek “Çok isterim ama korkuyorum kaybetmekten taç yapraklarımı, bir daha düşmekten.” demiş. Rüzgar “Her bir taç yaprağın kıymetlimdir benim, nazik neşeli sabırlıyım. İstediğin istediğimiz gibi dans ederiz” demiş. Demesiyle dans ederek basamak basamak çıkmışlar merdivenlerden adeta uçarak. Metrodan çıkar çıkmaz ne oldu dersiniz bildiğimi sizde bilirsiniz. Hekate karşılarındaymış, Hekate’nin karşısında rüzgarla dans eden çiçek yokmuş ama. Güzeller güzeli Sırça prenses ile güzeller güzeli delikanlı Rüzgar varmış. İnsan hallerine ikisi de şaşmış. Hekate almış hemen sözü bağlamış gerçeğe “ Sırça prenses ve Rüzgar zebaninin her büyüsünü zaten dans bozar bana şans dilemek düşer yolunuz açık olsun görüşürüz yaza. Boşverin zebaniyi yaşayın doyuncaya.” demiş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine kerevetim çamdan yuvarlandı geldi damdan.
Gökten çiçek yağmış rüzgar esmiş kırk gün kırk gece cemre toprağa düşünce, dans etmişler gönüllerince bilmeden bozmuşlar zebanilerin büyülerini, seven sevilen insanlar olup görünmüşler bize. Aman aman Taksim’de metroda dikkat edin yere düşen çiçeklere esen rüzgarlara.
Yorumlar
Yorum Gönder