DENİZ KIZI MASALI
Geri çekildi güneş
Dokunamayan parmaklar gibi
Geri çekildi toprak
Gömülen öfkelere mezar gibi
Geri çekildi su
Yaşanmayan duygular gibi
Geri çekildi denizkızı
Ondan geriye bir “masal” kalmış gibi.
Denizkızları denizin en neşeli, en keyifli yaşayanlarıymış. Yüzlerinden gülümseme hiç eksik olmazmış. Okyanusun en derin yerinde yaşarlarmış. Yaşamları boyunca, her on yılda bir, sadece bir gün için denizin üstüne çıkarlarmış. Gökyüzünü, toprağı, havayı, sözün özü tüm dünyayı herşeyi ile o bir gün içinde görürlermiş. Bir günün sonunda yeniden okyanusun en derin yerindeki kendi karanlıklarının aydınlığı olan evlerine dönerlermiş. Dünyayı gören her bir denizkızının en büyük özlemi, bir sonraki on yılda dünyayı yeniden görebilmekmiş.
Geri çekildi toprak
Gömülen öfkelere mezar gibi
Geri çekildi su
Yaşanmayan duygular gibi
Geri çekildi denizkızı
Ondan geriye bir “masal” kalmış gibi.
Denizkızları denizin en neşeli, en keyifli yaşayanlarıymış. Yüzlerinden gülümseme hiç eksik olmazmış. Okyanusun en derin yerinde yaşarlarmış. Yaşamları boyunca, her on yılda bir, sadece bir gün için denizin üstüne çıkarlarmış. Gökyüzünü, toprağı, havayı, sözün özü tüm dünyayı herşeyi ile o bir gün içinde görürlermiş. Bir günün sonunda yeniden okyanusun en derin yerindeki kendi karanlıklarının aydınlığı olan evlerine dönerlermiş. Dünyayı gören her bir denizkızının en büyük özlemi, bir sonraki on yılda dünyayı yeniden görebilmekmiş.
Yıllardan “o” yıl, denizkızlarından yalnızca biri, onuncu yaşını kutlayacakmış. Denizatları hemen şölen hazırlığına başlamış. Denizlerdeki denizatları, denizkızlarının dünyaya yolculuğuna eşlik ederlermiş her zaman. Sofralar kurulmuş, danslar edilmiş, oyunlar oynanmış. Tam yola çıkacakları zaman en yukarıdaki öncü denizatı bir haber göndermiş: “Bir yağmur sonrası, dünyayı seller sular götürmüş. Hava kapalı, hiç gün ışığı yok yeryüzünde. Gökkubbeyi kara kara bulutlar kaplamış, yolcu denizkızı bunu bilsin,” demiş.İçinden de,“Ne bahtı kara, ne talihsiz bir denizkızıdır ki bu yolculadığımız; yüz yılda bile olmaz böyle bir hava denk geldi işte,” demiş. Haberi alan denizkızının donmuş yüzün- de gülümsemesi, boğazında düğümlenmiş sevinci, bir an durmuş, ama sadece bir an. Ve bilmesine rağmen sadece bir kereliğine erteleyebileceğini dünyaya yolculuğunu, yine de vazgeçmemiş yola çıkmaktan. Hüzün eşlik etse de yolculuğuna, denizkızı o gün ne olursa olsun denizin üstüne çıkmaya kararlıymış. Değil bir gün, değil bir saat, bir saniye bile bekleyemezmiş. Çünkü denize geldi geleli hep bu günü beklemiş. Denizkızlarının on yaşı, karadakilerin yirmi yaşına denkmiş. Denizkızları için ilk onuncu yılın ve dördüncü onuncu yılın yeri bambaşka imiş bu yolculuklarda. Bu on yıllara ait anlatılan birlerce ilginç yolculuk hikayeleri varmış.
Denizkızı, hiçbir yaşında denizin dibindeki evinde böylesi bir heyecan duymamış; her bir gün bir öncekinin ve bir sonrakinin aynısı imiş denizin dibinde. Güzelmiş, hoşmuş, eğlenceliymiş, dertsiz tasasızmış ama hepsi buymuş. Ne denizatları, ne annesi, babası, kardeşleri, hiç kimse o gün o an o yolculuğa çıkmaktan onu alıkoyamamış.
Denizkızı, hiçbir yaşında denizin dibindeki evinde böylesi bir heyecan duymamış; her bir gün bir öncekinin ve bir sonrakinin aynısı imiş denizin dibinde. Güzelmiş, hoşmuş, eğlenceliymiş, dertsiz tasasızmış ama hepsi buymuş. Ne denizatları, ne annesi, babası, kardeşleri, hiç kimse o gün o an o yolculuğa çıkmaktan onu alıkoyamamış.
Sonunda denizatlarının eşliğinde, denizkızı denizin üstüne ulaşmış. Hızla başını geri atmış ve gökyüzünü görmüş; denizin dibi gibi kara imiş. Kara kara bulutlarmış gökyüzünü kaplayan. Ne anlatılan göz açtırmayan güneş varmış, ne de martı çığlıkları, zıplayan yunuslar, uçan kartallar. Annesinin, ablalarının anlattığı hiçbir şey yokmuş. Nerdeyse ağlayacakmış ki kara bulutların arasından süzülen incecik bir ışık hüzmesi kurutmuş gözyaşını akmadan daha.Ve Denizkızı hafifçe açmış gözünü, bakmış küçük gün ışığına, kara bulutların arasında rengarenk bir taç görmüş yarım yuvarlak şekilde havada asılı duran. Büyülenmişgibi gözünü hiç kırpmadan bakmış kayboluncaya dek rengarenk taç gecenin karanlığında. Düşünmüş kendince, “Sadece bu kısacık anı yaşamak için, sadece gözyaşımı kurutan minik gün ışığını ve rengarenk tacı görmek için bile çıkılırdı bu yola,” demiş. Gecenin karanlığında ayı da görmüş gökyüzünde. Sabahın ilk ışıkları ile denizatlarının eşliğinde evine dönerken, bir sonraki onuncu yılında da gününü asla ertelemeyeceğini bugünden biliyormuş artık.
Evine döndüğünde anlatmış gördüklerini denizkızı ablasına, annesine ama hiç kimse bilmiyormuş rengarenk tacı. Konuşmalara kulak misafiri olan anneannesi heyecanla katılmış söze,“Taç dediğinizin adı gökkuşağıdır,” demiş. “Hem de kara bulutların arasından gökkuşağının sadece bir parçasını görmek her denizkızına nasip olmaz,” diyerek devam etmiş,“Sular damla damla yağmur olup indiğinde yeryüzüne, ardından bir güneş doğar ve güneş ışınları havada asılı kalan su damlalarından yedi renge ayrışarak geçer. İki ucu toprakta, tepesi gökyüzünde kalır öylece, taç misali. Gökkuşağını, bir günlüğüne yeryüzüne çıkan denizkızlarından çok azı görebilir; o da sadece bir anlığına. Hele bir denizkızı gökkuşağını kara bulutların içindeyken görmüşse, hem denizde hem de dünyada kaderi değişir. Bir parça gökkuşağını kara bulutların arasında gören denizkızlarının çektikleri acılarında, yaşadıkları sevinçlerinde ölçülebilirliği de yoktur, haddi hesabı da bu yeryüzünde. Sevinçleri de acıları kadar derindir, yaşadıklarının tekrarı yoktur. Onlar kavuştuklarını sandıkları anda kaybederler, mutsuzlukları mutlulukları ile at başı gider. Nedendir bi- linmez, en acı günlerinde bile yine de ‘gökkuşağı kaderine’ onu ilk gördükleri güne asla lanet etmezler, gökkuşağının anısını kirletmezler ve değişen kaderlerini kabul ederler,” diyerek sözünü tamamlamış anneanne. Denizkızı can kulağı ile dinlemiş anneannesini, kabul etmiş kaderinde hüznünü gölgesi gibi taşıyacağını. Sımsıkı sarılmış yaşlı deniz kadınına, bir damla gözyaşı süzülmüş yanağından, gökkuşağı ve minik ışık hüzmesinin anısına.
Evine döndüğünde anlatmış gördüklerini denizkızı ablasına, annesine ama hiç kimse bilmiyormuş rengarenk tacı. Konuşmalara kulak misafiri olan anneannesi heyecanla katılmış söze,“Taç dediğinizin adı gökkuşağıdır,” demiş. “Hem de kara bulutların arasından gökkuşağının sadece bir parçasını görmek her denizkızına nasip olmaz,” diyerek devam etmiş,“Sular damla damla yağmur olup indiğinde yeryüzüne, ardından bir güneş doğar ve güneş ışınları havada asılı kalan su damlalarından yedi renge ayrışarak geçer. İki ucu toprakta, tepesi gökyüzünde kalır öylece, taç misali. Gökkuşağını, bir günlüğüne yeryüzüne çıkan denizkızlarından çok azı görebilir; o da sadece bir anlığına. Hele bir denizkızı gökkuşağını kara bulutların içindeyken görmüşse, hem denizde hem de dünyada kaderi değişir. Bir parça gökkuşağını kara bulutların arasında gören denizkızlarının çektikleri acılarında, yaşadıkları sevinçlerinde ölçülebilirliği de yoktur, haddi hesabı da bu yeryüzünde. Sevinçleri de acıları kadar derindir, yaşadıklarının tekrarı yoktur. Onlar kavuştuklarını sandıkları anda kaybederler, mutsuzlukları mutlulukları ile at başı gider. Nedendir bi- linmez, en acı günlerinde bile yine de ‘gökkuşağı kaderine’ onu ilk gördükleri güne asla lanet etmezler, gökkuşağının anısını kirletmezler ve değişen kaderlerini kabul ederler,” diyerek sözünü tamamlamış anneanne. Denizkızı can kulağı ile dinlemiş anneannesini, kabul etmiş kaderinde hüznünü gölgesi gibi taşıyacağını. Sımsıkı sarılmış yaşlı deniz kadınına, bir damla gözyaşı süzülmüş yanağından, gökkuşağı ve minik ışık hüzmesinin anısına.
Masal bu ya, biter sonunda. Bir gökkuşağı geçmiş gökyüzünden yine bir yağmur sonrası. Yedi renge ayrılmış, her bir renk birbirinden farklı yedi çocuğa gitmiş. Yedi çocuk her yağmur sonrası hava güneşli de olsa, bulutlu da olsa, gökkuşağının altında her biri hem kendinin hem de diğerlerinin rengine hayran, her fırsatta oynar dururlarmış sokakta, uykuları dışında.
Yorumlar
Yorum Gönder