GODİSİ BEŞE
Elinle koymuş gibi
Var iken bulmuş gibi
El ele vermiş gibi
Dağı taşı delmiş gibi
Yolu yordamı öğrenmiş gibi
Bir varmış bir yokmuş gibi
Sıcağın alnında güneşin gölgesinde
Yağmurun altında çatının saçağında
Karda, ayazda, buzda
Çocuklar yerde gökte, her yerde.
El ele vermiş gibi
Dağı taşı delmiş gibi
Yolu yordamı öğrenmiş gibi
Bir varmış bir yokmuş gibi
Sıcağın alnında güneşin gölgesinde
Yağmurun altında çatının saçağında
Karda, ayazda, buzda
Çocuklar yerde gökte, her yerde.
Memleketin birinde bir orman varmış, ormanda yediden yetmiş yediye her hayvan yaşarmış. Yaşlı kaplumbağa tufandan sonra hayatta kalan son hayvanmış. Sırt üstü,
kabuğunun üstünde kayak yapabilen tek hayvanmış aynı zamanda. Kayarken bastonunu havada sallar, “Heyt heyt! Tufandan kim kaldı geriye!” diye nara atarmış. Memleketin en yaşlısı imiş ama, hala onu geçen yokmuş karda buzda sırt üstü kaymada. Her zamanki gibi paldır küldür girmiş meydana kayarak, üç düz taklada da açmış kıraathanenin kapısını her zamanki gibi çarparak.
Her akşam herkes merakla beklermiş onu ormanın meydanındaki kıraathanede. Kralları aslandan, kaplana, boynunu büküp oturan zürafaya, tavşana, fareye, yediden yetmiş yediye ormanda kim var kim yoksa, çoluk çocuk, yaşlı başlı, analı babalı, deli danası hepsi orda imiş. Zürafa onu yüksek kürsüsündeki minderine yerleştirince; yaşlı kaplumbağa, iğne oyalı mendilini çıkarmış cebinden, silmiş alnındaki ter damlalarını bir göz atmış içeriye. “Ey ormanın hayvan halkı, tufandaki arkadaşlarımın çocukları, torunları! Sanmayın bu yeryüzünde tek halk sizsiniz, insanlar da vardı bir zamanlar ama onlar da iki ayaklı.” Kıraathanedeki vakitsiz erken öten horoz lafa girmiş,“Bırak ebeleme gübelemeyi, biliyorsun ne için geldik buraya, insan masalı dinlemeye. Haydi devam et kaldığın yerden,” demiş. Yaşlı kaplumbağa, “Densizin tekisin, vakitsiz erken ötensin, yaşamasaydın ormanda, lades tutuşurdu iki ayaklılar göğsündeki kemikle, yerken suyundan yapılmış pilavını, içerken çorbanı. Sen de şükret haline hala sağım diye bu halimle,” der demez, yaşlı kaplumbağa bir solukta söylemeye başlamış masalı, “Sözü uzatmayalım canları sıkmayalım, heyecanları söndürmeyelim dört ayaklıları bekletmeyelim, iki ayaklı insanların bugünkü hallerine bakıp hayıflanmayalım, ama ne olursa olsun hayvanlığımıza şükredelim. Nuh Peygamberimize dua edelim.
Her akşam herkes merakla beklermiş onu ormanın meydanındaki kıraathanede. Kralları aslandan, kaplana, boynunu büküp oturan zürafaya, tavşana, fareye, yediden yetmiş yediye ormanda kim var kim yoksa, çoluk çocuk, yaşlı başlı, analı babalı, deli danası hepsi orda imiş. Zürafa onu yüksek kürsüsündeki minderine yerleştirince; yaşlı kaplumbağa, iğne oyalı mendilini çıkarmış cebinden, silmiş alnındaki ter damlalarını bir göz atmış içeriye. “Ey ormanın hayvan halkı, tufandaki arkadaşlarımın çocukları, torunları! Sanmayın bu yeryüzünde tek halk sizsiniz, insanlar da vardı bir zamanlar ama onlar da iki ayaklı.” Kıraathanedeki vakitsiz erken öten horoz lafa girmiş,“Bırak ebeleme gübelemeyi, biliyorsun ne için geldik buraya, insan masalı dinlemeye. Haydi devam et kaldığın yerden,” demiş. Yaşlı kaplumbağa, “Densizin tekisin, vakitsiz erken ötensin, yaşamasaydın ormanda, lades tutuşurdu iki ayaklılar göğsündeki kemikle, yerken suyundan yapılmış pilavını, içerken çorbanı. Sen de şükret haline hala sağım diye bu halimle,” der demez, yaşlı kaplumbağa bir solukta söylemeye başlamış masalı, “Sözü uzatmayalım canları sıkmayalım, heyecanları söndürmeyelim dört ayaklıları bekletmeyelim, iki ayaklı insanların bugünkü hallerine bakıp hayıflanmayalım, ama ne olursa olsun hayvanlığımıza şükredelim. Nuh Peygamberimize dua edelim.
Nuh’un gemisinde birlikteydik insan kardeşlerimizle. Acı tatlı günlerimiz oldu, anısı sana bana kaldı, insanoğlunun yaşadığı masal oldu bize kalakaldı. Memleketin dört bir yanından sıcağın yakanından, soğuğun donduranından, yağmurun iliği kemiği ıslatanından, kuraklığın bir damla su için çıldırtanından koptu da bu masal dedikleri, beni elçi eyledi de bende top top toplana kaldı. Yüreğim kabara kaldı. Geldi geldi masalın hası bu gece Doğu’nun en yüksek dağından geldi.
“Bir varmış bir yokmuş, kelin saçı çokmuş, açın karnı tokmuş, zaman hızlı akmazmış. Beklemek heyecanlıymış, bir sesle doruğa çıkarmış. Zaman hızlı akmazmış. Soğuk orda yatar orda kalkarmış, kar desen hiç kalkmazmış. Çocuklar çocukmuş ama oyuna doymazmış. Zaman hızlı akmazmış. Radyonun sesi yemek sonrasının neşesiymiş. Arkası yarına daha çok varmış. Geceler ayazmış, geceler karanlık, geceler uzunmuş. Çocuklar evlerinde heyecanla beklerlermiş. Her gün her gece aynı saatte başlayacakmış eğlence. Yine de nefesler tutulur, kulaklar nöbette sabırsızlıkla sesi beklerlermiş. Evlerin pencerelerinden ışık sızarmış sokağa, sızan her bir ışıkta evdeki çoluk çocuğun yürek çırpıntısı varmış; “Acaba bu gece bizim eve girecek mi eğlence?” diye nefesler tutulurmuş. Beklenen her zamanki zamanda gelirmiş de, yine de her kış gecesi her çocuğun kulağı kirişte “eğlencesini” beklermiş. Zaman hızlı akmazmış ama. Ayak sesi kaybolurmuş karda buzda, tek ses duyulurmuş ayazda “Godisi beşe”, “Godisi beşe” sesle birlikte gözler çevrilirmiş babaya özlemle. Beş kuruş on kuruş babasından kapan çocuk, kaptığı kap kacak ile alırmış soluğu sokakta “Yaşasın!” dermiş, “Bu gece bizim eve girdi
“Bir varmış bir yokmuş, kelin saçı çokmuş, açın karnı tokmuş, zaman hızlı akmazmış. Beklemek heyecanlıymış, bir sesle doruğa çıkarmış. Zaman hızlı akmazmış. Soğuk orda yatar orda kalkarmış, kar desen hiç kalkmazmış. Çocuklar çocukmuş ama oyuna doymazmış. Zaman hızlı akmazmış. Radyonun sesi yemek sonrasının neşesiymiş. Arkası yarına daha çok varmış. Geceler ayazmış, geceler karanlık, geceler uzunmuş. Çocuklar evlerinde heyecanla beklerlermiş. Her gün her gece aynı saatte başlayacakmış eğlence. Yine de nefesler tutulur, kulaklar nöbette sabırsızlıkla sesi beklerlermiş. Evlerin pencerelerinden ışık sızarmış sokağa, sızan her bir ışıkta evdeki çoluk çocuğun yürek çırpıntısı varmış; “Acaba bu gece bizim eve girecek mi eğlence?” diye nefesler tutulurmuş. Beklenen her zamanki zamanda gelirmiş de, yine de her kış gecesi her çocuğun kulağı kirişte “eğlencesini” beklermiş. Zaman hızlı akmazmış ama. Ayak sesi kaybolurmuş karda buzda, tek ses duyulurmuş ayazda “Godisi beşe”, “Godisi beşe” sesle birlikte gözler çevrilirmiş babaya özlemle. Beş kuruş on kuruş babasından kapan çocuk, kaptığı kap kacak ile alırmış soluğu sokakta “Yaşasın!” dermiş, “Bu gece bizim eve girdi
eğlence.” Eğlencenin gireceği evin çocukları doldururmuş bir anda karlı sokağı, bir godi, iki godi kap kacakta mısır patlağı, budur eğlencenin hası, evlerde mısır çıtırdağı. Bir anda dolan sokak boşalırmış bir anda; evine eğlence giren evlerde yatışırmış heyecanda.
Yarın gece, ondan sonraki gece kulaklar hep kirişte, “Godisi beşe, godisi beşe.”
Masalı bitirmiş dönmüş kaplumbağa tüm hayvanlara, “Sizlere ders olsun; insanoğlu,ne idi ne oldu! Yedi doymadı, yaptı yanına kalmadı. Bakmayın bugün yürümeyi unuttu, eli ile bir pirinç tanesi bile taşıyamaz ama. Bir zamanlar hakimiydi tüm yeryüzünün. Dört mevsimde türlü türlü oyunlar oynardı çocukları. Unuttular oyunu, dimdik ayakta yürümeyi hatırlamak bizlere kaldı. Hayvan halkı benden de bu gecelik bu kadar kaldı. Masal biter bitmez tüm hayvan halkı mısır patlağı yiyerek insanoğluna şükranlarını sunmuşlar, geceyi bitiren oyuna durmuşlar. Çıtırtılar bir şarkı söylermiş yine, “Godisi beşe, godisi beşe.”
Gece gece masal bitince, gökten üç gemi inermiş yeryüzüne her gece, Nuh Peygamber elinde asası çağırır dururmuş çocukları, “Ambarlarım mısır patlağı dolu, gelin gelin tufandan kalanların torunları.”
Masalı bitirmiş dönmüş kaplumbağa tüm hayvanlara, “Sizlere ders olsun; insanoğlu,ne idi ne oldu! Yedi doymadı, yaptı yanına kalmadı. Bakmayın bugün yürümeyi unuttu, eli ile bir pirinç tanesi bile taşıyamaz ama. Bir zamanlar hakimiydi tüm yeryüzünün. Dört mevsimde türlü türlü oyunlar oynardı çocukları. Unuttular oyunu, dimdik ayakta yürümeyi hatırlamak bizlere kaldı. Hayvan halkı benden de bu gecelik bu kadar kaldı. Masal biter bitmez tüm hayvan halkı mısır patlağı yiyerek insanoğluna şükranlarını sunmuşlar, geceyi bitiren oyuna durmuşlar. Çıtırtılar bir şarkı söylermiş yine, “Godisi beşe, godisi beşe.”
Gece gece masal bitince, gökten üç gemi inermiş yeryüzüne her gece, Nuh Peygamber elinde asası çağırır dururmuş çocukları, “Ambarlarım mısır patlağı dolu, gelin gelin tufandan kalanların torunları.”
Yorumlar
Yorum Gönder