SELAMLIK KÜMESİ
Kümdüm kümestim
Kazdım kazaydım
Bilseydim yapmazdım
Dama konmazdım
Çiçektim ama açmazdım
Buldum bulaşıktım
Zora koşmazdım
Kadere karşı durmazdım.
Bir kez bulaştın mı ikisinden de kurtulamazsın. İlki annendir, ikincisi de hayvanlar. İkisi arasındaki fark, ilkinin başına gelen önlenemez bir kaza olmasıdır. İkincisi ise bile isteye yaptığın, hatta yapmaya hep devam ettiğin zincirleme kazaların sadece ilk halkasıdır.
Alacağınız civciv sayısını asla kendiniz belirlemezsiniz. Satıcıdır onun belirleyen. Tek şansınız saymasını biliyorsanız, bir yerde de durmasını bilmektir. Annemle birlikte mevsimine göre meyve sebzeden kuruyemişe her şeyi satan seyyar arabanın başında bulduk kendimizi çarşıda gezerken. “Ne güzel civcivler,” diyerek civcivleri, kaz, hindi, ördek yavrularını seyre dalmıştık.“Ne güzeller” dediğimizde annemle elimizdeki kutunun içinde zaten dört tane civciv vardı. Çarşıdan dönüşte kafamızı uzattığımızda ise iki hindi daha almaya karar vermiştik. Satıcı promosyondu, yarı fiyattı derken kutuların içinde on tane yavru ile eve gelmiştik bile. Bereket, annemin civcivlere nasıl bakılacağını bildiğini iddia edip de bakmış olduğunu anladığımda gerçekten rahatladım. Annem kendi kendine şöyle söyleniyordu, “Çocukluğumda bıkıp usanmıştım da bu civcivlerden, tavuklardan, hangi akılla bulaştım şimdi? Bunlara bir kutu gerek, bir lamba yoksa ölürler, evin içinde de durmaları.” Böylece başladık annemle. Ablama göre biz hepsini öldürecektik bakımsızlıktan. Ben hem anneme hem de evin içinde gözümüzün önünde olmalarına güveniyordum.Ama canım sıkılıyordu,
“Ya ölürseler ?”Anneme göre ise kaygılanacak zaman değildi. Evin içinde civcivler vardı, gereği yapılacaktı. Civcivlerin özel yemleri, altlarındaki kakalanmış gazetelerin değiştirilmesi günlük işlerdendi artık. İçinde bulundukları köpükten kutuyu yemeye başladıklarında uçarak kutudan çıkmaya da başladılar. İçinde barınacakları kutu da kalmamıştı zaten, hepsini delik deşik edip yemişlerdi. Annem de salondaki kakalarını temizlerken söylenmeye başlamıştı bile. Önce kışlık bahçeye terfi ettiler. Tellerle çevrili bir köşeleri oldu.
Kazdım kazaydım
Bilseydim yapmazdım
Dama konmazdım
Çiçektim ama açmazdım
Buldum bulaşıktım
Zora koşmazdım
Kadere karşı durmazdım.
Bir kez bulaştın mı ikisinden de kurtulamazsın. İlki annendir, ikincisi de hayvanlar. İkisi arasındaki fark, ilkinin başına gelen önlenemez bir kaza olmasıdır. İkincisi ise bile isteye yaptığın, hatta yapmaya hep devam ettiğin zincirleme kazaların sadece ilk halkasıdır.
Alacağınız civciv sayısını asla kendiniz belirlemezsiniz. Satıcıdır onun belirleyen. Tek şansınız saymasını biliyorsanız, bir yerde de durmasını bilmektir. Annemle birlikte mevsimine göre meyve sebzeden kuruyemişe her şeyi satan seyyar arabanın başında bulduk kendimizi çarşıda gezerken. “Ne güzel civcivler,” diyerek civcivleri, kaz, hindi, ördek yavrularını seyre dalmıştık.“Ne güzeller” dediğimizde annemle elimizdeki kutunun içinde zaten dört tane civciv vardı. Çarşıdan dönüşte kafamızı uzattığımızda ise iki hindi daha almaya karar vermiştik. Satıcı promosyondu, yarı fiyattı derken kutuların içinde on tane yavru ile eve gelmiştik bile. Bereket, annemin civcivlere nasıl bakılacağını bildiğini iddia edip de bakmış olduğunu anladığımda gerçekten rahatladım. Annem kendi kendine şöyle söyleniyordu, “Çocukluğumda bıkıp usanmıştım da bu civcivlerden, tavuklardan, hangi akılla bulaştım şimdi? Bunlara bir kutu gerek, bir lamba yoksa ölürler, evin içinde de durmaları.” Böylece başladık annemle. Ablama göre biz hepsini öldürecektik bakımsızlıktan. Ben hem anneme hem de evin içinde gözümüzün önünde olmalarına güveniyordum.Ama canım sıkılıyordu,
“Ya ölürseler ?”Anneme göre ise kaygılanacak zaman değildi. Evin içinde civcivler vardı, gereği yapılacaktı. Civcivlerin özel yemleri, altlarındaki kakalanmış gazetelerin değiştirilmesi günlük işlerdendi artık. İçinde bulundukları köpükten kutuyu yemeye başladıklarında uçarak kutudan çıkmaya da başladılar. İçinde barınacakları kutu da kalmamıştı zaten, hepsini delik deşik edip yemişlerdi. Annem de salondaki kakalarını temizlerken söylenmeye başlamıştı bile. Önce kışlık bahçeye terfi ettiler. Tellerle çevrili bir köşeleri oldu.
Kakalarını temizlerken, yemlerken hala hepsi yaşıyor diye seviniyorduk. Annem itiraf etti bu arada on yaşından beri civciv bakmadığını. İçlerinden beş tanesi horoz çıktı. Üç tavuk; bir dişi, bir de erkek hindi. Söylemeyi unuttum tabii, büyüdüklerinde köye verecektik ki hepsini, ilk yumurtayı bulduk. Annemle birbirimize baktık, bahçenin bu köşesine küçük bir kümes yapabiliriz dedik. Derken bunun kümesler zincirinin ilki olduğunu ikimiz de bilmiyorduk. Bilse başına gelecekleri, asla böyle işlere bulaşmazmış. Annemin hemen her iş sonunda böyle söylediğinin o zaman farkında değildim daha. İlk yumurtayı Eylül ayında almıştık, bir zaman sonra hindi de yumurtlamaya başladı; kocaman bir sarısı, benekli, çilli bir kabuğu vardı hindi yumurtasının. Yumurtaları hem yedik hem de kekimizi, pastamızı, poğaçalarımızı yaptık. Annemin gözü horozları da yemekte idi ama ben hemcinslerimin adak ya da kurban niyetine yenmesine cesurca karşı durdum. Annemi kucağında sırtlarında tüyleri kalmamış üç tavuk, kavga sonrası kan revan içinde kalmış horozla öfkeden gözü dönmüş halde gördükten sonra; bir kümeste beş horoz üç tavuk olmayacağına ikna oldum. Yaralı horozu karantinaya alıp iyileşinceye kadar kışlık bahçede baktık. Kışlık bahçenin horoz pisliğinden geçilmediğini annemin kendi kafasına söylenmelerini, yaşadıklarından ders almadığını geçiyorum. Annemdir diye söylemiyorum ama onun çözüm üretemediği bir duruma ne tanık oldum ne de duydum. “Tamam,” dedi, “horozları kesemeyeceğiz, bir kümeste de beş horoz olmaz. Elimizde ne var, yenilse de, kan revan içinde kalsa da kavga etmekten vazgeçmeyen, yenen horozun liderliğini de kabul etmeyen ölümüne inatçı bir horoz var.”
Ve o günden sonra da bizim selamlık bir kümesimiz oldu. Yanlış duymadınız, haremlik değil selamlık bir kümesimiz, sadece dört horozun yaşadığı bir kümesimiz de var artık. Annem kan revan içinde kalan, yenilse de kavgadan vazgeçmeyen horozu hindilerle tavukların kümesinde bıraktı. Horozun keyfine diyecek yoktu, horoz inançlıydı, güçsüz olsa da vazgeçmeyendi. Hak edip etmemeyi bir yana bırakın, başka da çaremiz yoktu hepsinin can güvenliğini sağlamak için. Annemle kurk yatan yeni tavuğumuza bakarken aklımdan bunlar geçti, yirmi bir gün sonra yumurtadan çıkacak olan civcivlerimizi hayal ettik. Annem, “İyi ki komşumuz kurk yatan tavuklarından birisini verdi, yoksa makinadan çıkan tavuklar yatmıyor kurka, civcivsiz kalacaktık.” Selamlık kümesteki horozların iyice kartlaştığından, tavukların nihayet tüylerinin çıkarak yoluk tavukluktan kurtulduklarından dem vurduk. Annem en son, bir yıl önce civciv aldığımız satıcı ile konuşmamızdan söz etti, “Oğlum, satıcı bahçesi olsa devekuşu bakarmış, yumurtası eti de iyi para ediyormuş,” dedi, ben artık dayanamadım, “Anne, devekuşunun adı kuş sadece, biliyorsun değil mi, ama deve kısmı gerçek. Devekuşu kedi değil ki kaçınca yakalayabilelim,” dedim. Bir de anlayacağınız kaçan ama eninde sonunda yakalanan, daha doğrusu yakaladığımız bir kedimiz var, onu da başka bir gün anlatırım. Annem bir hayale dalmış gibi devam etti, “Oğlum hem arabamız var, hem de kolayca görebiliriz onu, sen de birkaç kovboy filmi daha izlersin, öğrenirsin kement atmayı,” dedi.
Ve o günden sonra da bizim selamlık bir kümesimiz oldu. Yanlış duymadınız, haremlik değil selamlık bir kümesimiz, sadece dört horozun yaşadığı bir kümesimiz de var artık. Annem kan revan içinde kalan, yenilse de kavgadan vazgeçmeyen horozu hindilerle tavukların kümesinde bıraktı. Horozun keyfine diyecek yoktu, horoz inançlıydı, güçsüz olsa da vazgeçmeyendi. Hak edip etmemeyi bir yana bırakın, başka da çaremiz yoktu hepsinin can güvenliğini sağlamak için. Annemle kurk yatan yeni tavuğumuza bakarken aklımdan bunlar geçti, yirmi bir gün sonra yumurtadan çıkacak olan civcivlerimizi hayal ettik. Annem, “İyi ki komşumuz kurk yatan tavuklarından birisini verdi, yoksa makinadan çıkan tavuklar yatmıyor kurka, civcivsiz kalacaktık.” Selamlık kümesteki horozların iyice kartlaştığından, tavukların nihayet tüylerinin çıkarak yoluk tavukluktan kurtulduklarından dem vurduk. Annem en son, bir yıl önce civciv aldığımız satıcı ile konuşmamızdan söz etti, “Oğlum, satıcı bahçesi olsa devekuşu bakarmış, yumurtası eti de iyi para ediyormuş,” dedi, ben artık dayanamadım, “Anne, devekuşunun adı kuş sadece, biliyorsun değil mi, ama deve kısmı gerçek. Devekuşu kedi değil ki kaçınca yakalayabilelim,” dedim. Bir de anlayacağınız kaçan ama eninde sonunda yakalanan, daha doğrusu yakaladığımız bir kedimiz var, onu da başka bir gün anlatırım. Annem bir hayale dalmış gibi devam etti, “Oğlum hem arabamız var, hem de kolayca görebiliriz onu, sen de birkaç kovboy filmi daha izlersin, öğrenirsin kement atmayı,” dedi.
Benim aklımdan geçen bir iki hafta annemi ve kendimi uzak tutmam gerektiği idi seyyar satıcıdan, yoksa artık biliyordum o tezgahtan kucağımızda bir devekuşu yavrusu ile eve dönmemizin hiç de zor olmadığını, bu olasılığın çok da yüksek olduğunu aynı zamanda. Tek çare uzak durmaktı ondan, karşı konulamazlığından devekuşu civcivlerinin seyyar tezgahtan çekileceği güne kadar. Ne zaman tezgahta görecektik ayvaları, rahatça dolaşacaktık çarşıları. Ayvayı yiyebilirdik ama devekuşunu asla. En azından aldığımız ayvalar; reçeli, kompostosu derken çıkarırdı kışı.
Yorumlar
Yorum Gönder