DOMUZ BURNU KİMDEDİR?


Kim demiş

Kime demiş

Ne demiş

Ne zaman demiş

Kedi ciğeri yemiş

Kedi ciğeri mi yemiş.
Ciğer kediye emanet miymiş?
Emanete hıyanet mi etmiş.
Hıyanet etmiş  ama ziyan etmemiş mi
Bunu kim söylemiş kime söylemiş
Ne demek “Ziyan etmemiş”  
Hıyanetten ziyanete dâima açık bir yol varmış.
Yola giren çıkan hiç eksik olmazmış.
Ne demişler dememişler  yememişler içmemişler seyre dalmışlar seyirci kalmışlar.  Seyirciler hep bir ağızdan:
"Ciğeri kediye birisi emanet etti, kedi ciğeri yedi ziyan etmedi. Ciğeri emanete veren hiç üzülmesin ziyan olmadı ki ciğeri ciğeri kedi yedi. Kedi kedi gel pisi pisi sana ciğeri emanet eden aklını mı yemişti? Neden ciğerini yemedi neden ciğerini yemedi? Kedi kedi ciğeri hiç ziyan eder mi? Ah size vah size ahlar vahlar size size" demişler.
Aklını yemişler ciğeri yememişler, emanet ciğer kedide, yemiş kedi ciğeri afiyetle. Ziyan yok ziyanı yok  yok yok ciğer ortada yok. Afiyet olsun kediye akıl ne gerek ciğeri kediye emanet edene.
Uzun lafın kısası "Kediye ciğer emanet edilmezmiş"   
"Emanete hıyanet etsen de, mümkünmüş emaneti ziyan etmemek."
Kim demiş masalımda "Öğüt" yokmuş diye. Bir sorun hele kahve çekirdeğini kim öğütmüş bakır kahve değirmeninde?
Ders almak gerek kediden, kediye ciğer emanet eden aklını yemişlerden. 
Kediye ciğer emanet edenlere, emaneti yemiş ziyan etmemiş kedilere, aklını yemişlere, ciğeri yer iken kediyi seyretmişlere, zebanide vicdan merhamet aramışlara.  Derken birde baksam ne göreyim; yok işte elde avuçta boşa koydum dolmamış doluya koydum almamış. Karıştırdım sağı solu baktım cebime kısmetime düşen bir kalem bir kağıt imiş. Aldım elime başımın üstünde yerleri var diye.  O gün bugündür dedim başladım masal yazmaya.
Bir varmış bir yokmuş. Konar göçer iken dedemin beşiğini sallar iken. Dağdan aşana aşını paylaşana zora gelene yük çekene dertlerini kundak yapıp sarılıp sarmalanana.    Memleketin birinde bir hükümdar yaşarmış hükümdarın bir kızı bir oğlu varmış. Çocukları pek kıymetliymiş ayıt etmezmiş birini diğerindende her fırsatta "Benden sonra ikiniz yöneteceksiniz ülkemizi" dermiş. Oğluda kızıda gelmişler gelmesine evlenme çağına da yokmuş gönüllerinde hiç kimse. Ülkelerinin iyiliği güzelliği için çabalarlarmış gündüz gece  adil imişler yaptıkları her işte. Merak edersiniz bilirim; kediye ciğer emanet etmezlermiş. Bakmışlar ki babaları pek bir dertli demez tek bir söz içi içini yer ama. Oğlu kızı vermiş kafa kafaya gitmişler babalarının yanına "Bir panayır kuralım herkes eşini bulsun diye sürsün üç gün üç gece. Kim bilir bizim de kısmetimiz açılır." demişler. Panayır sözünü  kısmet sözünü duyarda durur mu hükümdar ağzı kulaklarında nasıl sevinmiş nasıl sevinmiş bir bilseniz. "Hemen hemen duyurun en ücra köşelerine kadar ülkemizin." demiş o gece kaygısız bir uykuya dalmış. Hükümdarın oğlu ile kızı da "Panayır var panayır var. Üç gün üç gece ondan ötesi selametle" demişler hazırlıklara girişmişler. 
Panayır ayvaların mor salkımların güllerin açtığı zamanmış. Panayırı Stratonikeia’da yapmaya karar vermişler.  Ülkenin bir köyünde öksüz iki kardeş yaşarmış ellerinden bir iş geldiğini gören olmamış. Ancak başlarında durup tek tek ne yapacaklarını söylerseniz bir iş yapabilirlermiş. Memleketin göreneğine göre evlenecek yaşta olup  yaşıtları arasında bekar kalan tek onlarmış. Köyün aklı başında büyükleri "Köyümüzde çıkmaz kısmet bu kardeşlere. Panayıra göndersek belki bir şansları olur." demişler. Teklifi iki kardeşe götürmüşler iki kardeş "Yol çok uzun ne elimizde ne de avucumuzda var panayıra varamadan ölür kalırız." demişler. Köyün aklı başında büyükleri "Merak etmeyin yol boyu size yetecek erzakıda parayıda vereceğiz. Ayrıca tam ekim dikim zamanı yolda ufak tefek işlerde de çalışabilirsiniz.” demişler. İki kardeş bir ağızdan “Çok sevindik bize güvenmenize hem çalışır hem de yol boyunca başımızın çaresine bakabiliriz.” demişler.  Takmışlar heybelerini omuzlarına çıkmışlar bir şafak vakti yola. Stratonikeia’ya varmaları dokuz gün dokuz gece sürecekmiş. 
İlk gün Kaz dağlarından geçmişler yolda karşılarına bir keçi çıkmış topallıyormuş. İki kardeş “Keçiyi işitiyorum” demiş hayretle. Keçi ayağının kırıldığını iyileşmesini beklemektense kesmeye karar verdiklerini kaçtığını” söylemiş. Kardeşler keçiye “Ayağın iyileşinceye kadar bakarız sana atla heybemize Panayıra gidiyoruz.” demişler.  Kozak yaylasında gecelemişler. Şafak vakti tam yola çıkacak iken karşılarına alacalı bir domuz yavrusu çıkmasın mı! Domuzcuk iki gözü iki çeşme “Daha annemi emerdim avcılar vurdu annemi üç gündür tek başıma gezerim açlıktan öleceğim” demiş. Kardeşler “Domuzcuğunda sesini işitiyoruz onu da alalım yanımıza sütten kesilinceye kadar” demişler keçi atılmış hemen “Domuzcuk beni emebilirsin, yavrumu aldılar benden ama sütüm gelir emersen.” demiş Domuzcuk bir güzel doyurmuş karnını teşekkür etmiş. Kardeşler “Gir heybeye yola çıkma zamanımızı çok da geçirmeyelim” demiş. Domuzcuk çekinerek “Ah ah ne kadar sevinirdim bakına bakına heybenizde seyahat ederken. Ama beni gören avcılar rahat vermezler size, annemin bir sihri vardı biz yavru domuzcuklar insanların burunlarında saklanabiliyormuşuz. Tabii izin verirseniz.” demiş. Kardeşlerin büyüğü atılmış “Neden olmasın yeter ki sen güvende olasın” demiş. Küçük domuzcuk “Ham hum şaralop ham hum şaralop” demiş demesiyle büyük kardeşin burnunun yerinde artık bir domuz burnu varmış. Büyük kardeş hayretle “İnanamıyorum Kaz dağlarındaki tüm çiçeklerin kokusu burnumda. Hangi çamurda hangi bataklıkta ne gizliyse hepsinin yerini biliyorum burnum sayesinde” demiş.  Üçüncü gün öyle bir yerden geçmişler ki gördükleri karşısında tutulmuş dilleri. Önlerinde göz alabildiğine uzanan küllerle kaplı göz alabildiğine uzanan bir düzlük varmış. “Ova desek ova değil çöl desek çöl değil” demişler işte tam o sırada bir kül bulutunun içinden bir fare çıkmış. Küllerini silkelemiş üzerinden bakmış kardeşlere “Bir insanda domuz burnu görürsen ayrılma hiç peşinden güvendesin demişti annem son nefesinde de inanamamıştım sözüne gerçekmiş ama.” demiş. Kardeşlerin küçüğü “Burada ne oldu burası nasıl bir yer hiçbir yerde buradaki kadar korkmamıştım” demiş. Fare büyük kardeşin omzuna çıkmış “Haklısınız gördüğünüz kül çölü bir zamanlar çam ormanı idi. İçin için yanmaya başladı ormanda yaşayan hiçbir hayvan ormanın için için yandığına inanmadı domuzlar dışında. Her hayvan çekildi bir  köşeye kendisi dışında kimseye ne yer verdi ne yerinden kıpırdadı. Domuzların orman yanıyor söndürmemiz gerek sözlerine kimse tınmadı. Hepimiz kendi yerimizin nasıl külle kaplandığını görmeden hep küle dönen ağaçların başka hayvanların olduğu yerde olduğuna inandık. Ormanın tamamen küle döndüğünü idrak ettiğimizde çok azımız sağ kalmıştı.” demiş. Hepsi üzülmüşler büyük kardeş “Fare kardeş atla gömleğimin cebine panayıra gel bizimle.” demiş Fare “Burada yaşam bitti domuz burunlu bir arkadaşım olmuş ayrılır mıyım hiç sizden.” demiş.  Giderken giderken öyle bir yola girmişler ki her yer zeytinlikmiş. Zeytinlerin ilerisi denizmiş. Deniz kıyısında bir mola vermişler. Birden denizin dibinde taşların arasından bir ahtapot çıkmasın mı Domuz burunlu kardeş ahtapot bize bir sır verecek demiş "Ahtapot kıvrıla kıvrıla tamamen çıkmış taşların arasından başını bir anlığına sudan çıkarmış "Panayır üç gün üç gece de olsa ömrünüze ömür katacak yolda karşınıza çıkıpda 'sadece sizin iyiliğinizi düşündüğümdendir' diye söze başlayanlara dikkat edesiniz" demiş göz açıp kapayıncaya kaybolmuş denizin dibinde taşların arasında.  Kardeşler "Kulağımıza küpe olsun ahtapot arkadaşımızın sözleri. Bu deniz çok çok temiz olmalı ahtapot yaşadığına göre." demiş yollarına devam etmişler. Gide gide yolları taş evlerin olduğu bir kente dayanmış. Kente adımlarını atar atmaz üç kişi belirmiş karşılarında  "Görüyoruz ki keçiniz, cebinizde bir fareniz burnunuzda bir domuz taşırsınız bir gösteriye ne dersiniz her şeyi hazırladık sizin için." demişler. Kardeşler şaşırmış "Ne gösterisi, ne faresi ne burnu yolumuz panayıradır." demişler. Domuz burnu öyle bir nefes almış ki burun deliklerinden giren havadan öğrenmiş tüm gerçeği. Fısıldamış genizden büyük kardeşe "Sakın sakın bu üç kişiden kentleri tek renge dönüşecek her yer her şey lacivert olacak kendilerine benzemeyen iki kişiyi kurban etmezlerse." demiş. Kardeşler içten içten duyunca bu gerçeği hiç dururlar mı hemen geri geri adım atmaya başlamış "Panayırın açılışına bizi bekliyorlar. Bir başka sefere geliriz misafiriniz oluruz" diyerek kentin sınırı dışına çıkmış canlarını son anda kurtarmışlar. Kentin üç insanı kent sınırları dışına çıkamıyorlarmış çıkarlarsa foyaları da meydana çıkıyor onları lacivert gören kim varsa korkudan kaçıyormuş. Yedinci gün bir kente gelmişler ki iki yakasından diğerine vapur ile geçmişler. Kordonboyu denilen deniz kıyısında gezmişler çayırlarda uzanmış dinlenmişler. Kemeraltı çarşısından son ihtiyaçlarını almış karadut şerbetinden içmişler. Tam o sırada hüzünlü bir kuş sesi duymuşlar "Guguk gukk guguk guk annem yok babam yok evim yok barkım yok guguk guk guguk guk. Kumru derler adıma bakmayın kara bahtıma hem öksüz hem yetimim guguk guk guguk guk" İki kardeş yufka yürekli "Kon omzumuza kumru kardeş gel bizimle panayıra, yalnızlık çekmezsin bizimle birlikte" demişler yola koyulmuşlar. Nihayetinde dokuzuncu günün sabahı Stratonikeia kentine ulaşmışlar. Girişinde bir güzel karşılanmışlar, nerede konaklayacakları Panayırda hangi eğlencelerin olduğu bir güzel anlatılmış. İki kardeş panayır ortamını hükümdarın oğlu ile kızını tanıdıktan sonra domuzcuğu burundan azad etmişler "Panayırın keyfini çıkar Domuzcuk dönüşte burnumdur yine yerin" demişler. Keçi, domuzcuk, fare, kumru, iki kardeş Panayır süresince eğlenmiş yeni arkadaşlar edinmişler. Üç gün su gibi akıp geçmiş ama gönüllerinden geçen olmamış. Ne yazık ki hükümdarın kızı oğluda gönüllerini kaptırmamışlar kimsede gönüllerini kaptırmamış onlara. Üç gün boyunca bir ümit ile en güzel günlerini geçiren kim dersiniz elbette hükümdarmış. Panayır bitip herkes vedalaştığında hükümdarın oğlu ile kızı dönmüşler babalarının sarayına sarılmışlar  boynuna da"Öksüzüz ama değiliz yetim önümüzdeki yıl yine panayır var." diyerek avutmuşlar. İki kardeş dokuz günde dönmüşler köylerine yolda iyileşen keçiyi buluşturmuşlar yavrusuyla. Fare keçiyle birlikte yaşamaya başlamış. Kumru çam ormanında konaklamış. Domuzcuğa gelince "Ben gitmem de kalmam de hiçbir yerde. Domuzcuk olarak çok mutluyum burnunuzun olduğu yerde. Arada bir salarsınız beni bahçenize tohumlarınızı toprağa gömerim toynaklarımla, ürünlerinizin tanelerini de ayırırım üzerlerinde zıplayarak! Burnumu da daldırdım mı çamura batağa görün ne tohumlar bulur çıkarırım tek başıma." demiş. İki kardeş sevinçle  "Hiç sorma nasıl korktuk bizi bırakacaksın diye. Yine birlikteyiz ne mutlu üçümüze" demişler köye girmişler. Köylüler ilk önce iki kardeşi bekar görüp şaşırsalarda ilerleyen günlerde onlardaki değişimi gördükçe "Panayırda ne olmuş ise olmuş  pek de iyi olmuş. Önümüzdeki yıl daha çok genci gönderelim." demişler. 

Altınyaldızlı gökten üç panayır inmiş yeryüzüne ilki eşlerini arayanlara, ikincisi kendisini arayanlara üçüncüsü kışın ayazına buzuna hazırlık yapanlara. 

NOT: Çizdiğim resim masalımın bir kısmı ile uyumlu affola kalemi ele aldığımda kalem alıp götürüyor beni...iyi geceler güzel rüyalar...masalımı bitirdiğimdeki halimiz Muşu'm ile...














Yorumlar

ANLAR ANILAR NE SÖYLER?