ALTILI
Bak bir varmış bir yokmuş, yeni zamanda
Yaşam zormuş eski zamanda da, yeni zamanda da
Umut her zamanda
Gök, deniz, hava, toprak oldukça
Yaşayacak insan da
İnsanca yaşayabilme umudu da...
On ikisi de yıllardan sonra buluşmuşlardı, tam da umudu kestikleri andı. Bu gök kubbenin altında, bu yeryüzü toprağında herkese yer vardı. Günden güneşten, topraktan uzak karanlık günler geride kalmıştı, önlerinde aydınlık, oyun tadında günler vardı. Çimenler hala yeşildi. Özledikleriydi yaşadıkları. Artık zaman dursun, akmasındı. Çimenlerin kokusu ise unutulmazdı.
Onlar ki altı çift yepisyeni, özel markalı spor ayakka- bılardı. Sonunda yaşları sekiz ile on arası altı çocuğun ayaklarındaydılar. Yaşamadan yaşlanmış insanlar gibi hiç eskimeden, bozulmadan, hatta yıpranmadan verilmişlerdi ihtiyacı olanlara. Asıl onların ihtiyacı vardı çimlerde top oynayan ayaklara hissetmek için spor ayakkabısı olduklarını. Altı arkadaş banliyö trenine neşe getirmişti. Bir uyarı anonsu duyuldu “Kapılardan lütfen uzaklaşın, kapılar kapanmadan yola devam edemeyiz.” Şakalaşan çocuklardan birisi “Hey!” diye seslendi arkadaşlarına, devam etti sonra, “Tren de gördü makinisti de gördü beni, beni burada iken bile gördü!..” Çocuk kapıdan uzaklaştı. Tren de yoluna koyuldu yeniden kaldığı yerden... Ekim ayının son günleri yağmursuz yakmayan güneş altında altı arkadaş oturmuş- lardı banliyö treninde yan yana, dip dibe bir koltukta. Hava kararmadan evlerine yetişeceklerdi. Yanlarında sadece kendileri vardı, sönük topları, bir de neşeleri. Eve dönüş yolculuğunda banliyö trenindeki yolculara emanettiler. Hepsi aynı durakta indiler, hala aynı mahallenin çocuğu idiler.
Yaşam zormuş eski zamanda da, yeni zamanda da
Umut her zamanda
Gök, deniz, hava, toprak oldukça
Yaşayacak insan da
İnsanca yaşayabilme umudu da...
On ikisi de yıllardan sonra buluşmuşlardı, tam da umudu kestikleri andı. Bu gök kubbenin altında, bu yeryüzü toprağında herkese yer vardı. Günden güneşten, topraktan uzak karanlık günler geride kalmıştı, önlerinde aydınlık, oyun tadında günler vardı. Çimenler hala yeşildi. Özledikleriydi yaşadıkları. Artık zaman dursun, akmasındı. Çimenlerin kokusu ise unutulmazdı.
Onlar ki altı çift yepisyeni, özel markalı spor ayakka- bılardı. Sonunda yaşları sekiz ile on arası altı çocuğun ayaklarındaydılar. Yaşamadan yaşlanmış insanlar gibi hiç eskimeden, bozulmadan, hatta yıpranmadan verilmişlerdi ihtiyacı olanlara. Asıl onların ihtiyacı vardı çimlerde top oynayan ayaklara hissetmek için spor ayakkabısı olduklarını. Altı arkadaş banliyö trenine neşe getirmişti. Bir uyarı anonsu duyuldu “Kapılardan lütfen uzaklaşın, kapılar kapanmadan yola devam edemeyiz.” Şakalaşan çocuklardan birisi “Hey!” diye seslendi arkadaşlarına, devam etti sonra, “Tren de gördü makinisti de gördü beni, beni burada iken bile gördü!..” Çocuk kapıdan uzaklaştı. Tren de yoluna koyuldu yeniden kaldığı yerden... Ekim ayının son günleri yağmursuz yakmayan güneş altında altı arkadaş oturmuş- lardı banliyö treninde yan yana, dip dibe bir koltukta. Hava kararmadan evlerine yetişeceklerdi. Yanlarında sadece kendileri vardı, sönük topları, bir de neşeleri. Eve dönüş yolculuğunda banliyö trenindeki yolculara emanettiler. Hepsi aynı durakta indiler, hala aynı mahallenin çocuğu idiler.
Hava karardı, yağmur çiselemeye başladı, o trenden bir de bir anne oğul indi, sayıyorlardı hala gördükleri kedileri; oyunları bu idi. En son gördükleri kedi 263. idi.
Yorumlar
Yorum Gönder