YEREBATAN SARNICI VE MEDUSA
Bir varmış bir yokmuş
Yokluk en çok yoksulları vurmuş
Kıtlık en çok yoksulları kırmış
Battı battı iğne battı, canımı yaktı
Battı battı sandal battı, deniz beni yuttu da attı
Battı battı diken battı, gülü bağrımı yaktı
Yolu yordamı vurdu kırdı
Ne gökte ne yerde vardı
Yerin altında masalı kaldı.
Unutulmuştu, unutmuştu, yüzlerce yıldır derin uykuda idi. Ne onun dünyadan bir haberi vardı ne de dünyanın ondan. Gömülmüş kalmıştı iyice yerin yedi kat dibine. Bereket onu koruyan tanrıları vardı yine de. Toprağın üstündekiler ondan da yoksundu, yoksul oldukları gibi. Kıtlık vurmuştu, kuraklık da kavurmuştu; zorbalıksa iyice yıldırmıştı. Günlere dur diyemiyorlardı, geceye de kal. Yerin altında yoksulların ayak seslerini dinleyerek geçiriyordu zamanını. Uyumak en güzeli idi. Yağmurlara kadar bekleyecekti; çaresi, bulmasıydı insanların onu yeniden. Bulup da yeryüzüne çıkarmasıydı eski günlerdeki gibi. O zamana kadar bekleyecekti.
Yokluk en çok yoksulları vurmuş
Kıtlık en çok yoksulları kırmış
Battı battı iğne battı, canımı yaktı
Battı battı sandal battı, deniz beni yuttu da attı
Battı battı diken battı, gülü bağrımı yaktı
Yolu yordamı vurdu kırdı
Ne gökte ne yerde vardı
Yerin altında masalı kaldı.
Unutulmuştu, unutmuştu, yüzlerce yıldır derin uykuda idi. Ne onun dünyadan bir haberi vardı ne de dünyanın ondan. Gömülmüş kalmıştı iyice yerin yedi kat dibine. Bereket onu koruyan tanrıları vardı yine de. Toprağın üstündekiler ondan da yoksundu, yoksul oldukları gibi. Kıtlık vurmuştu, kuraklık da kavurmuştu; zorbalıksa iyice yıldırmıştı. Günlere dur diyemiyorlardı, geceye de kal. Yerin altında yoksulların ayak seslerini dinleyerek geçiriyordu zamanını. Uyumak en güzeli idi. Yağmurlara kadar bekleyecekti; çaresi, bulmasıydı insanların onu yeniden. Bulup da yeryüzüne çıkarmasıydı eski günlerdeki gibi. O zamana kadar bekleyecekti.
Toprağın üstünde sıra sıra evler. Evlerden birinde deli divane olmuştu bir baba.“ Bu açlık, bu yokluk bizim kapımız dışında bir kapı bulamıyor mu şu koskoca dünyada da yatıyor gece gündüz burada?” Bahçedeki kuyunun başına geçti, kendini bilmez halde söylendi söylendi durdu. İş de yoktu güç de, çocuklar da durmuştu açlıktan ağlamaya. Baba olmak bu demekmiş diye geçirmişti içinden. Birden görünce gökkuşağını, yine de durmamış içi, aklına bir eğlence gelmişti. Kapmış eski oltasını, toplamış çocukları başına, geçmiş elinde olta bir başına, hem de kuyunun başına. Çocuklar “Bulduk bir oyun!” diyerek bakmışlar hem babalarına hem de kuyuya. En küçük anlatmaya başlamış kuyuda “Ne hazineler” olduğunu. Ortanca devam etmiş, ondan geri durur mu! Kuyu bu, suyu veren o. “Böyle bir kuyu verir mi ola sadece suyu?” En büyük atılmış ardınca, “Ne demezsiniz bu kuyu sanki sarayın kuyusu da!” Babadır geri durur mu, “Bu kuyunun bir suyu var idi, ben küçük iken elimi sokar tas tas içerdim. İçtim mi de ol gün boyu karnım acıkmaz oynardım.” Küçük çocuk veryansın etmiş küçüklüğüne, hem de nasıl üzülmüş babasının zamanında doğmadığına. Üç çocuk dört bir yandan öyle bir sarmışlar ki kuyunun başını. Babanın bir kulağı annenin patatesler hazır sözünü beklemekte, diğer kulağı da dinlemekte karnı gurul gurul guruldayan çocuklarının sesini. Gel zaman git zaman birden oltanın ipi kıpırdamış. İp fır fır dönüyormuş
kendi etrafında, çekmekte imiş oltayı da, kuyunun dibine aynı zamanda. Baba şaşırmış, çekmeye başlamış oltayı anında. Oltanın ucunda bir ağırlık. Çocuklar saymaya başlamışlar “Gelen hazinedir”, “Yok ayakkabıdır”, “Ayakkabımız var da sanki düşecek kuyuya.” En küçük kalır mı geri, “Ne saçma sizinki, bu gelen balık, bakmayın alık alık, ipi çekin çabuk çabuk. Hazine hazinedir dediğim, derdin dermanıdır bulduğum. Akıl bu, yaşta değil benim başımdadır. Durmayalım, oltayı çekelim hadi.” demiş.
Üç kardeş küçüğe, “Sanki sanıyorsun kendini usta balıkçı. Ne gezer kuyuda balık, bizim küçük kardeş bakar alık alık,” diyerek küçük kardeşlerini kızdırmaya durmuşlar. Görününce oltanın ucu çözülmüş bilmece. Beş okkalık bir balık salınmaktaymış oltanın ucunda. Baba sevinçli, bulduk boğazları doyurmanın yolunu.Anne sevinçli,“Son patateslerin yanında bir balık; dilerim devamı gelir de yeriz hep balık, bakmayız artık alık alık,” demiş.
Kuyunun başında beş baş sevinmekte. Kuyunun başında beş baş vermişler baş başa, oturmuşlar sofraya yan yana. O günden sonra baba her gün olta atmış kuyuya, nasibi olan balığa. Haber de salmış mahalleye, “Atın oltaları kuyuya, Hızır bu gördü de bizi, komadı naçar. Hızır bu geldi bir kez gitmez, bizlerin kuyusunu da balıksız komaz bundan böyle.” Tüm mahalleli her gün atmışlar kuyularına oltalarını. Yakalamışlar nasiplerine düşen balığı. İşin aslı astarı, yalanın doğrusu, doğrunun kalanı, masalı yazanı, esası şuymuş:
Kuyuların altında varmış bir Yerebatan Sarayı, Yerebatan Sarayı’nda yaşamaya mahkum bir Tanrı’ymış Medusa. Üstündeki insanların ayak sesleri olmuş Tanrı Medusa’nın yolu yoldaşı, umudu. Tanrı Medusa bu, Yerebatan Sarayı’nı dönüştürmüş sonunda bir sarnıca, balıklar yetiştirmiş özenle, her biri en az beş okka. Her bir balığını salmış kuyulara,“Beni yalnız bırakmayan insanları teslim de etmem bu zalimlere de, talim de ettirmem açlığa,” demiş. Çoğaltmış yeraltındaki sarnıcında balıkları, sunmuş insanlara.
Üç kardeş küçüğe, “Sanki sanıyorsun kendini usta balıkçı. Ne gezer kuyuda balık, bizim küçük kardeş bakar alık alık,” diyerek küçük kardeşlerini kızdırmaya durmuşlar. Görününce oltanın ucu çözülmüş bilmece. Beş okkalık bir balık salınmaktaymış oltanın ucunda. Baba sevinçli, bulduk boğazları doyurmanın yolunu.Anne sevinçli,“Son patateslerin yanında bir balık; dilerim devamı gelir de yeriz hep balık, bakmayız artık alık alık,” demiş.
Kuyunun başında beş baş sevinmekte. Kuyunun başında beş baş vermişler baş başa, oturmuşlar sofraya yan yana. O günden sonra baba her gün olta atmış kuyuya, nasibi olan balığa. Haber de salmış mahalleye, “Atın oltaları kuyuya, Hızır bu gördü de bizi, komadı naçar. Hızır bu geldi bir kez gitmez, bizlerin kuyusunu da balıksız komaz bundan böyle.” Tüm mahalleli her gün atmışlar kuyularına oltalarını. Yakalamışlar nasiplerine düşen balığı. İşin aslı astarı, yalanın doğrusu, doğrunun kalanı, masalı yazanı, esası şuymuş:
Kuyuların altında varmış bir Yerebatan Sarayı, Yerebatan Sarayı’nda yaşamaya mahkum bir Tanrı’ymış Medusa. Üstündeki insanların ayak sesleri olmuş Tanrı Medusa’nın yolu yoldaşı, umudu. Tanrı Medusa bu, Yerebatan Sarayı’nı dönüştürmüş sonunda bir sarnıca, balıklar yetiştirmiş özenle, her biri en az beş okka. Her bir balığını salmış kuyulara,“Beni yalnız bırakmayan insanları teslim de etmem bu zalimlere de, talim de ettirmem açlığa,” demiş. Çoğaltmış yeraltındaki sarnıcında balıkları, sunmuş insanlara.
Yeryüzünün en güzel kentinde yaşayan insanların o günden sonra zulme, yokluğa, yoksulluğa rağmen asla kaybolmamış umutları. Bu içinden deniz geçen kentin tanrıları bizden yanadır, görür gözetirler bizi demişler de; nasıl çıktıklarını kıtlıktan, nasıl yenilmediklerini açlığa, nasıl kaldıklarını hayatta anlatmışlar bir güzel masal misali.
Yorumlar
Yorum Gönder